- Yavrum, evde hiç kahve kalmamış, akşamüstü misafirlere ikram edecek kadar bile yok. Gelirken Kadıköy'e uğrayıp da bir 200 gr kadar alsan?
- Ama Kadıköy'e değil, Taksim'e gidiyorum anneannecim. Bir sefer de kahveyi bakkaldan alsak ne olur ki?
- Olmaz kızım, bilmiyor musun, ben artık başka kahve içemiyorum, hem her misafir benim kahvemin bir başka olduğunu söylüyor, bilmiyor musun neden? Şimdi bakkaldaki kahveden yapıp misafirlerime mahçup olamam! Ne olur yolunu biraz(!) değiştirip Kadıköy'e de uğrasan?
-Tamam tamam, alırım sen merak etme, ben ister miyim hiç misafirlerine mahçup olasın:)
Bu diyalog, anneannemle benim ya da kuzenimin ya da evde kahve kalmadığı bir anda dışarı çıkacak olan herhangi birimizin arasında yıllar boyu defalarca tekrarlanan, hâla da tekrarlanmaya devam eden bir ritueldir. Durumlar, kelimeler ya da anneannemin kahve almasını istediği kişiler değişebilir, ama istenen şey hep aynıdır. Kadıköy Çarşısı'nın içinde, ufacık bir dükkana sıkışıp kalmış, ama bütün sokağı o efsunlu kokuyla doldurmaktan geri durmayan Fazıl Bey Kahvecisi'nin kahvesi...
Ama o kadar da değil! Alırken özel olarak tembih edilecek, biraz koyu kahveden, biraz da açık olanından koydurulup ikisi bir arada harman yaptırılacak. Sırf açığından olursa kahve çok acı olur; sırf koyusundansa da sert... Ama ikisini şöyle evde güzelce bir harmanladınız mı, hem tam tiryakilik bir kahveniz olur, hem de eviniz tüm komşuları bir anda kapınıza toplayacak kadar buram buram kahve kokar.
Ayrıca bakmayın siz anneanneme zaman zaman böyle nazlandığıma. Mümkün olsa da tüm mahallenin kahvesini ben alsam:) O kutu gibi küçücük, ama son derece özel ve karakterli bir şekilde düzenlenmiş dükkana her girişimde, kendimi Hansel ve Gretel'in çikolatadan yapılmış evi bulduklarındaki kadar mutlu hissederim. Öyle bir kokudur ki o, daha sokağın köşesinden beni yakalar. Ve böylece bütün duyularım tek bir organımda toplanır: burnumda!
Yıllar içerisinde pek çok başka yerde daha gördüm Fazıl Bey Kahvecisi'nin açıldığını. Alışveriş merkezlerinde, ışıltılı lüks caddelerde... Ama hiç birinin o küçücük dükkanın yerini tutması mümkün değil benim için. İçmedi mi başı ağrıyan tiryakilerden değilimdir, ama kahve dendi mi de ağız tadım hep o lezzeti arar.
Şimdi bir de birkaç senedir gelen misafirlerine kahve de yapıp sunuyorlar. Dilerseniz bir de kendi elleriyle sıktıkları tazecik limonata da var. Dükkanın önünde sokağa taşan üç beş tane minicik masada oturup o büyülü kokunun etkisiyle kabaran nefsinizi dindirmeniz de mümkün anlayacağınız. Benim gibi, böyle bir keyfi üç-beş dakikalık kısacık bir ana sığdıramayacak kadar keyfinize düşkünseniz, hani şöyle kahvenin yanına en iyi, güzel bir dosttan sonra sürükleyici bir roman gider derseniz, üst katlarında minicik bir de asma kat var. Özellikle kış aylarında soğuktan kaçarken sığınmalık keyifli bir yer. Hele bir de Zeki Müren'in o gramafondan gelen sesini açmışlarsa...
Bazı kitaplar vardır; daha yaşayan, daha canlı, daha dinamik kitaplar... Bizzat sokaklarda, caddelerde akan hayatı, birbirlerine değen, omuz vuran insanları anlatan kitaplar... Ben böyle kitapları, o kitabın ruhu bana da geçtiğinden midir nedir, hep dışarlarda bir yerlerde, o sokaklara, caddelere taşmış kafelerde, çay bahçelerinde okumak isterim. Şu an elimde Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi var ve bu da tam böyle bir kitap. Bugün kitabın içine sızmış ruhum, adres olarak Kadıköy Çarşısı'nı ve bu minicik kahveciyi seçti. Doğru bir seçimmiş ki, başımı kaldırdığımda akıp giden zaman, dakikalardan saate çoktan terfi etmişti.
Bir gün yolunuz düşerse, kahve almasanız bile sırf o kokuyu duymak için dalıverin o sokağa. Eğer masalardan birinde nefes almadan bir kitaba gömülmüş birini görürseniz, selam verme şansınızı da bir deneyin derim. Çünkü tanışma ihtimalimiz yüksek olabilir:)
14 yorum:
Eğer yolum düşerse o kokuyu ve seni bulmak için mutlaka uğrıycam zeren... annaneye de sevgiler... kahvenin kokusunu duyunca nasıl da canım çekti şimdi, gidip yapıyım bari :)
Zeren,yazına bayıldımNe kadar güzel anlatmışsın bazı alışkanlıkların vazgeçilmez olduğunu.Ananneye olan saygına da bayıldım )
Kucak dolusu sevgiler,
harikasın her zamanki gibi Zerencim.tam olarak nerdedir bu kahvecinin,balık pazarı sokağında bir kahveci var o mudur yoksa otobüs durağının arkası mı?
ilk gittiğimde sözünü dinleyip kahvemi içeceğim orada.fotoğrafını da çekip sözümü tuttum diyeceğim sana.keşke orada olsan da birlikte içsek.
Fundacım, yolun düştüğünde keşke orda olsam da tanışabilsek:)
Sevgili işitme kaybı, çok teşekkür ederim güzel sözlerin için:)
Yasemincim, Kadıköy Çarşısı'nda Beyaz Fırın'ın olduğu dört yol değil bir sonraki yukarı balık pazarına doğru çıkan sokakta. Sokağın hemen köşesinde de lokumcu vardır hatta, kahveci de hemen lokumcunun yanı zaten. Belli mi olur hayat belki güzel bir süpriz yapar ve bizi bir fincan kahve eşliğinde karşılaştırır:)
Kahvenin kokusunu tıpkı Jean Babtiste Granouille gibi ta Ankara'dan aldım. Patrick Süskind'in çarpıcı romanı "KOKU"nun kahramanı Jean Babtiste Granouille kadar kokuya duyarlı bir burnum olmasa da Kadıköy'deki o küçük kahveci dükkanından yayılan mis gibi kahve kokularını aldı işte burnum. İstanbul'a ilk ziyaretimde o kahveci dükkanında buluşalım diye geçirdim aklımdan. Bu kahve kokulu şiirsel yazının şerefine.
Çok güzel bir yazı olmuş.eline sağlık.Giresun'da da Topuz Kahve vardır ve hiçbir yerin kahvesine benzemez onların ki.Annem de hep ordan aldırır kahvesini.Afiyet olsun,sevgiler...
Güldencim ne güzel geçirmişsin aklından:) Hem ben senin bir yerlerde, İstanbul ziyaretimizde eşimle bir türlü Kadıköy tarafına geçip Çiya Sofrası'na gitme fırsatımız olmadı, bir sonraki sefere iyişallah dediğini okuduğumu hatırlıyorum (umarım yanlış hatırlamıyorumdur:)) Kahvecimiz de Çiya'ya çok yakın. Hem de Çiya'daki o leziz yemeklerden sonra köpüklü bir fincan kahve de süper gider doğrusu:) Bilmem nasıl fikir:)
Neslihancım çok merak ettim Topuz Kahvesini. Ama şimdi bundan anneanneme pek bahsetmesem iyi olacak sanırım, mazallah tam bir tiryaki olan kendisi 'nolurdu Giresun'a da gidip alıverseydin birazcık' deyiverir bakarsın:) Şaka bir yana, tüm anneler, anneannneler çok yaşasın:)
Ben oraya hiç uğramamıştım.
Ramazandan sonra mutlaka uğrayıp kahvemi içeceğim.Ayrıca kahve kokusunu çok severim.
Anneannen in dediği gibi bir dahaki sefere karıştırarak alacağım kahvemi de :))ben de bu aralar arkadaşımın getirdiği sakızlı kahveyi içiyorum.Çok hoşuma da gitti.
Bende kahvemi Eminönü'ndeki Mehmet efendiden alıyorum.Nasıl uzun bir sıra oluşuyor.
Ne güzel anlatmışın anneannenle diyaloğunuzu :)) Aklıma rahmetli babaannemle aramızdaki konuşmalar geldi.
Gülden benim blogumdaki çiya yazıma o yorumu yazmıştı.
Zero'dan Zero'ya Sevgiler... gönderiyorum.
Zeren'cim büyük bir keyifle okudum yazını, ellerine sağlık.. Bu kahvecin peşine düşeceğim!
İnanki kahvenin kokusu geldi. Benim için eşim ve dostumla karşılıklı kahve içmek farklı bir duygudur. Yazında o tadı almak süper bir şey Zero'cum. Ben de kahve ile ilgili yazı yazmıştım biliyorsun. Ama senin ifade tarzın çok farklı. Sen böyle güzel güzel yaz ben de tarif yazayım :))))
Mükemmel bir yazı olmuş.O kahvenin yanında bir de çiftekavrulmuş lokum nasıl gider ama:)
Kahve kokusunu şöyle içine çekeceksin off valla İstanbul'a gidince hemen Kadıköy'e uğrayıp ilk işim o o kahveci dükkanını bulmak olacak:)
Sevgiler.
bugün ilk kez dışarıya çıktık masal kahramanımla beraber.
tam 14 gün olmuş çıkmayalı.
daha iyiydimm şükür.
kısa bir alış-veriş sonrası kadıköye çarşıya uğradık.
masal kahramanım türk kahvesi içmeden güne başlamaz :)
hemen aklıma geldiniz,her zamanki gibi okkalı kahvesi-
yanında krdan ucunda çifte kavrulmuşu-
ve mini bardakta suyu :))))
kulaklarınız çınlasın..
bizden sevgilerrrr..
sanıyorum yazının üstünden 4 yıl gibi bir süre geçmiş, kahve içerken görüvermek yazıyı pek güzel oldu, yıllar sonra olsa da :)
Anakara'dan sevgiler.
Yorum Gönder