Şimdi anlıyorum o güdünün ne olduğunu. Biz bazen bilemesek de okunması gereken gelip buluyor işte hedefini. Yaklaşık 5 gündür sürükleniyorum resmen bu romanın satırlarında. Daha bitirmemişken, önümde 70-80 sayfalık bir 'son' dururken ve ben delicesine merak ederken, yazmak istedim bu kitaba dair bir şeyler.
Elimden bırakamadan kelimelerle hasbıhal oluduğum bu romana dair ne hissediyorum dediğimde kısa ve net cevabım: kanımı donduruyor okuduklarım!
Bu romanı okurken ne kahve ne çay, çoğunlukla hep su eşlik etti bana. Susuz bir dünyanın trajedisini okudukça su içmek geldi çünkü hep içimden.
Su kaynaklarının tamamen tükendiği, yıkanmak için, içmek içmek hiç suyun kalmadığı, dolayısıyla da insanların susuz yaşamalarını devam ettirebilmeleri için kartlarla kotalar konup susuzluk giderici hapların dağıtıldığı, sadece suyun da değil artık hiçbir besinin doğal olmadığı, şu an tehlike çok bariz hayatımızda olmadığı için belki daha az önemsediğimiz GDO'lu besinlerin artık her yerde olduğu, bu kadar kötüleşen yaşam koşullarında insanların çıldırmadan yaşayabilerini sağlamak için sürekli havaya antidepresan içerikli gazlar serpildiği bir dünya... Ve aslında buraya yazmadığım çok daha fazlası... Tüm bunların merkezinde, gittikçe vahşileşen dünyada ayakta kalmaya çalışan, herşey bu kadar sentetikken gerçek bir sevgi yaşayabilme çabasında iki insan...
Evet, her bir satır kanımı donduruyor, üstelik sona yaklaştıkça daha da fazla. Ama bunun nedeni daha önce defalarca farklı versiyonlarını okuduğum bir kara ütopya okuyor olmak değil, her bir satırın birebir gerçek olabilecek olduğunu bilmek, hatta bazılarının çoktan 'olduğunu'...
Elini, yüzünü, vücudunu akan bir suyun altında yıkadığı günleri tarifsiz bir hayal olarak hatırlayan artık 'yaşlanmış' bir neslin olduğunu okumak... Hiç olmayacakmış gibi geliyor bazen değil mi? Su nasıl bitebilir ki? Temiz bir suyla yapılmış çay yerine çay hapları; su ihtiyacını yok etmek için susuzluğu giderici haplar... Biraz gözümüzü kulağımızı açtığımızda aslında gidişatın buna yakın olmadığını söyleyebilir miyiz?
Çok da uzak olmayan bir gelecekte neyle karşı karşıya olmak üzere olduğumuzu görmek açısından ama sadece bunun için de değil sağlam bir roman da okumuş olmak için mutlaka okuyun derim Gülayşe Koçak'ın Siyah Koku'sunu.
Ve altını kalın kalın çizdiğim onlarca bölümden sadece biri:
Böyle bir dünyada, su ihtyacını giderici SU haplarını icat eden kadın, Nobel ödülünü tabi ki alacaktı. Kadının asla hakkını yemek istemem; elbette çok önemli bir işti yaptığı - hatta belki de hala bu sayede yaşıyoruz. Bu haplardan yola çıkılarak bitkileri de SU'yun hammaddesiyle aşılayıp öyle yetiştirmek akla gelmeseydi durumumuz vahim olurdu. Ama insanlardaki zulmetme, hükmetme ihtiyacını gideren bir hap üretse birisi, işte, ben asıl ona 'kahraman' derim.