Soru: İstanbul, sen en güzel kimin gözünden görünürsün?
Cevap: Hele bir Galata Kulesi'ne çık da gör!
Ayaklar Beyoğlu sokaklarında tıngır mıngır dolanır, o pasaj senin, bu kitapçı benim girer çıkarken bir de bakmışsın kendini Galata Kulesi'nin ayaklarına kapanmış o şirin mi şirin çay bahçesinde buluvermişsin. İstanbul mis gibi güneşini kondurmuş tepeye, ışıl ışıl parlatırken kendini, aylardan Aralık, mevsimlerden de kış olduğunu hatırlatan bir serinlik doluyor her nefeste ciğerlerime. Benim gibi bir çay tiryakisi için bulunmaz bir fırsat bu. Her köşe başında bir çay molası... Bahanemse "ee biraz ısınmak gerek"...
Tünel'den Karaköy'e inmek için vasıta yerine tabanvay şekilde arnavut kaldırımları üzerinden yokuş aşağı yuvarlanmayı seçen iki kafadar "biraz ısınmak lazım" deyip Galata Kulesi'nin dibindeki tahta masalı çay bahçesinde alınca soluğu, Kule'nin ihtişamından etkilenmemek pek mümkün olmuyor. Bir deneyin, görün istersiniz. Hele de Kule'ye çıkmak için hiç kuyruk olmadığını görür ve sadece 5.5 liraya kendinize İstanbul'un en güzel halini hediye edebileceğinizi bilirseniz...
"Galata Kulesi'nden İstanbul'u hiç görmemiş biri, İstanbul'la yarım bir tanışma yaşamıştır" diye düşünmüştüm yıllar önce ilk Kule'ye çıktığımda. İstanbul'da doğmuş, İstanbul'da büyümüştüm ama sanki o ihtişama gökyüzünden tanık olduğum bu ilk seferde tamamlamıştık tanışıklığımızı. Arkadaşlıklarda ya da ilişkilerde geçilen bir samimiyet ve yakınlık eşiği vardır ya, hani o eşiği geçmek gibiydi sanki.
2011'de iki kez baktım İstanbul'a Galata Kulesi'nin üzerinden. Sevdiğim şehirlerle söyleşmeyi en sevdiğim yerlerin, o şehirlerin beni gökyüzüne en çok yaklaştıran yerleri olduğunu farkettiğim anlardan biriydi Mayıs ayının başındaki ilk ziyaretim. Çok değil, o tarihten sadece 15-20 gün kadar sonra Barselona'nın en yüksek tepesinden, Tibidabo'daki kilisenin aziz heykellerinin arasından Barselona'yla söyleşmiş, çok arzu etmiş olduğum bir şeyi bana vermiş olduğu için teşekkürler yollamıştım hayata. Bu yılın da, hayatımın da en mutlu olduğum anlarından biriydi onlar şüphesiz.
Dün, bu yılki ikinci ziyeretimi gerçekleştirdiğim Galata Kulesi'nde bir iki kelâmı eksik etmedik yine İstanbul'la. Malum takvimler bir senenin daha devrildiğini, yenisinin de kapıda olduğunu göstermekte. Hal böyle olunca senelik bazda artılar/eksiler hesaplaşması da kaçınılmaz oluyor. İstanbul'la senelerdir çözemediğimiz bir meselemiz var ki, ciddiyet derecesi "kan davalık"... Az gözyaşı, tabir-i caizse az 'kan' dökülmedi uğrunda. Şimdilerde "kan dökerek değil, barışla çözmeye çalışmalı meseleleri" anlayışından yola çıkarak derin bir ateşkese imza atmış olsak da, durumumuzu söyleştik yine biraz onunla. Ama o kadar güzel, o kadar güzeldi ki karşımda, iki sitemimi, bir iki çemkirmemi bile yutmak durumunda kaldım. Demem odur ki, az buçuk hesaplaştık, 2012 dileklerimi okudum içimden ona. "Bu sefer lütfen" dedim "lütfen! Görüyorsun, artık daha sakinim, kavga etmiyorum seninle; yapmacık da değilim, içtenliğimi en çok sen biliyorsun; artık kıymetini bilelim birbirimizin". Bakalım anlaşacak mıyız? Yoksa yine aşk-nefret ilişkisine devam mı?:)
İki gündür elimde harika bir roman. Sinek Isırıklarının Müellifi. Daha ilk satırlarından kendime harika bir roman değil, çok etkileyici bir yazar hediye etmiş olduğumu farkediyorum. Hoşgeldin Barış Bıçakçı, tanıştığıma inan ki çok memnun oldum. Ve bil ki dün Galata Kulesi'nin tepesinden İstanbul'a bakarken sabah evden çıkmadan okuduğum satırların düşüverdi aklıma.
"Bulutlardan söz ediyordu: maviliği arkalarına güvendikleri bir ağabeyleri gibi alıp kabarmışlar."
İstanbul'a, İstanbul'un bulutlarına, sevdiğim tüm şehirlere, bu sene görmeyi dilediklerime, hepsine birden gitsin bu satırlar...
Hepimize mutlu yıllar olsun:)