29 Ocak 2012 Pazar

Daktilo günleri...

Hayat kocaman bir tombala torbası. Bir el tarafından çalkalanmış çalkalanmış, belki de bu dünyada hiç yan yana gelmeyecek farklı iki insanı torbadan yan yana düşürüvermiş. Yıllar içinde yaşanan onca güzel şeyle birlikte birbirlerinin hayatlarına dair pek çok güzel şey de yer değiştirmiş. Ondan ona, ondan ona... İki dedesi var sanarak büyümüşken bir tanesi, bir de bakmış bir üçüncü dede daha var artık hayatında. "Yeni dede"yi hiç tanımamış, görmemiş ama çok dinlemiş ve bir gün o dedenin daktilosu kocaman bir armağan kutusu olmuş kapısına gelivermiş.


Gün gelmiş güzel günler tükenmiş. Kötüleri biriktirip çoğaltmak yerine güzellikleri hep "çok" bırakıp kirlenmeyelim denmiş, yollar ayrılmış. Yol dediğin uzun maraton, birleşir de ayrılır da. Ayrılık dediğin çetin maraton, süründürür de diriltir de.

Ayrılan insana en lazım şey en incesinden telli bir süzgeç. Döküp yılları içine bastırıp bastırıp sıkmak tüm yaşanmışlıkları. Süzgecin öbür tarafına geçip "süzülenler" cepte kâr. Kâr hanesinde kimi zaman bir film, kimi zaman bir gülüş, kimi zaman bir eşya. Bir daktilo mesela.

İşte masamın üzerinde eski, anılarla yüklü böyle bir daktilo. Anıların son demi bana, öncesi ise hiç tanımadığım ama hakkında çok şey duyduğum, ruhu şad olsun kıymetli bir insana, bir dedeye ait.

Önüm arkam, sağım soluma kelime derken, kafamı çevirdiğim, elimi attığım her yerde bu aralar kelimelere çarparken çıktı daktilom yine yerinden. Madem bunca kelime doluyum, kelimelerin de kendi şölenlerini, resmi geçitlerini yapma vaktidir o zaman. İzin vermeli, göz yummalı. Dökülürken kağıdın üzerine çınlatsınlar ortalığı. Buyursunlar, haftalardır yaşadığım heyecanın ortağı olsunlar.

Kelimelerin de bir sesi olduğunu hissediyorum daktiloda yazarken. Suyu sıkılmış bir nostalji midir bu? Kimine göre belki. Artık kartuşunu bulmakta bile bunca zorluk çekerken daktiloyla yazmayı yüceltip hayatı zorlaştırmak değil bendeki. Yazmak, kalemle, bilgisayarda, daktiloda, neyle olduğu hiç önemli olmadan başlı başına sihirli bir süreç. Hayatı, bir yerinden kayda geçirme. Kimi için dirilme, kimi için arınma, kimi için bir kusma hali. Benim için hepsi birden.

Lakin nicelik kadar niteliğe de önem vermem dersem yalan söylemiş olurum. Sapına kadar bir Terazi olmanın kaçınılmaz sonucu, estetize güzelliklere topyekûn bir hayranlık bendeki. Çay içmeyi tiryakilik boyutunda çok severim ama ince belli bir bardağı renklendirdiyse daha çok. Eşlikçisi bir dilim beyaz peynir ve dost sohbetleri değilse birkaç duble rakının, eksik kalır keyfimin tamamı. İşte tam da bu yüzdendir ki arada bir yazıya eşlik ediyorsa gümbürtülü bir daktilo gürültüsü, yazı eyleminin kendisi çok keyifli bir fotoğrafa dönüşüyor benim için.

Bir zamanlar biraz korkulu, biraz merak dolu bir heyecandı benim için daktilo. Boyum anca bir bacak boyunda ufacık bir veletken dedemin, odasına kapanıp takır tukur saatler boyu yazdığı günlerde, kapı önünde "o çıksa da ben girsem, bir otursam o daktilonun başına" diye renk vermeden dolanıp durduğumu hiç unutmadım. Bir çocuk için "buna dokunmayacaksın, bu odaya girmeyeceksin, bu daktiloyu açmayacaksın" demek ne demektir? Dokunacaksın, gireceksin, açacaksın. Budur çocukların mantığı:) Böyle der korkuturdu dedem beni de. Şimdi düşünüyorum, bıyık altından da az hoşuna gitmezdi o halim. Nitekim yıllar geçip elim daha bir kalem tutmaya başlayınca, kitaplara, yazıya merakım iyice ortaya çıkınca, kendi elleriyle vermiş, okul için kompozisyonlarını bununla yaz demişti. Nasıl sevinmiştim.

Şimdi o daktilo yok. Nerde bilmiyorum. Ben nasıl oldu da koruyamadım, kayıplara karışmasına engel olamadım, bilemiyorum. Ama diyorum ya, elimde yine bir 'dede' daktilosu. Kıymeti, değeri ve tüm evi inleten gümbürtüsü benimle birlikte yürüyecek ben varoldukça.

15 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Zeroo, nasıl özlemişim size gelip takırdatasım geldi. Bilmem bahsetmiş miydim, uzun yıllar Daktilografi derslerine girmişliğim vardır Ticaret Lisesi'nde, şimdi artık o ders yok, klavye bilgisayar dersinde öğretiliyor. Zaten onların çoğu da Q klavye (bu F dir di mi), 10 parmak yazılmıyor. Ne severdim daktilo yazmayı. Fakültede ilk öğrendiğimiz yıllarda derse girer daktilonun başına oturur, bir yandan şarkı söyler bir yandan söylediğim şarkıyı daktiloda yazardım, piyano çalıyor gibi olurdu:) Hele o okulun kocaman olivettilerinin şaryolarını şıngırtılı bir sesle atmak yok mu bayılırdım. Bir de kantosu vardı bilir misin "Daktilo daktilo/Şıngırdak daktilo/Telefon başındayım?Alo!.." Biraraya gelince sana söyleyim, iyi kanto söylerim bu arada:))
Ne yazık ki onca derse girmeme rağmen bir daktilom olmadı, kimseden de kalmadı. artık İstanbula gelince seninkinde birkaç sayfa yazar hevesimi alırım: "Kara kara kartallar karlı tarlalar ararlar". İşaret parmakları bu cümleyle çalıştırılır:))
Öperim, ne uzun yorum oldu yahu, daktiloyu görünce aşka geldim:)))

zero dedi ki...

Evet bu F klavye Leylak Dalım:) Bilgisayar sonrasında ilk başına geçtiğimde zorlanıyorum ama benim de böyle şeylere hemen ayak uydurabilen bir yapım var. Hemencecik alışıyorum. Ah ben isterim o kantolardan. Nasıl da yakışıyordur sana:)) Daktilo kalmadı ki dersi mi kalsın. Şimdilerde kartuş bulmakta bile çok zorluk çekiyorum. Hiç kalmadı artık. Ah o çınlaması yok mu?:) ben de kocaman öperim seni...

Nihan dedi ki...

bu masa harika,,herşeyiyle,,tam benlik zero..

zero dedi ki...

Sevgili Nihan, ah şimdi bir de o masanın dibindeki pencereden nasıl güzel bir kar yağışı görünüyor, bir bilsen:)

Nihan dedi ki...

geliyorum o zaman,,olur mu??:))

zero dedi ki...

Gel tabi, hemen... Çay ocakta. Sen de bir simit kap gel:)

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Bu karlı sabahta senin yazını okumak ne büyük keyif...
O fotoğraftaki herşey çok güzel ama daktilo baş rolde...ben de bir ara yazabilirdim ama unutmuşumdur yine de klavye kullanan onu da kullanır bence.
Ne romantik bir durum, çok hoş doğrusu...O daktilo da iyi ki seni bulmuş en azından değerini bilen birinin elinde olup, yaşayacak ve belki de ne güzelliklere sebep olacak:)

Kelimelerin oyunu hayatından elsilmesin...

Kontrast dedi ki...

Kitap okumayı, yazı yazmayı, müzik dinlemeyi birer seremoniye dönüştüren benim gibi biri için yazın çok anlam ifade ediyor. Tüm eylemlerin manevi yanlarının yanında maddi yanları da olmalı. Bir kitabın sayfalarının pürüzü, bir kalemin kalemtıraşta açılması ve de bir daktilo sesi...

Keşke etrafımda senin gibi daha çok insan olsa Zero!

Bloga da bekliyorum.

"Kocaman" sevgiler ;)

Kubilay

Ece Ekincioğlu dedi ki...

bende de bir daktilo olacaktı. iyi ki hatırlattın. sen bir terazi, çektiğin foto senin güzel dünyanın bir parçası. keyifli odanın, keyifli masası.

öpücük

lale dedi ki...

Dedemin bir daktilosu vardı iyi ki hatırlattın Zero ya... Onu buldurmam lazım.
Foto muhteşem.

yeliz dedi ki...

babamın daktilosu vardı, ablam seçmeli ders on parmak daktilo aldığında eve getirilmişti, kafamızı şişirmişti aylarca:) bu arada çocuk olayını çözmüşsün zerencim:))

gözde dedi ki...

Zerenciğim ne güzel yazmışsın yine.Şirketteki masam camın önünde aynı senin söylediğin gibi lapa lapa kar yağıyor.Bir daktilom eksik :) Böylesine soğuk havada insanın içini ısıtan bir yazı olmuş.Sevgilerimle..

İlknurundünyası dedi ki...

Ahhhh anılara yolculuk yaptım sayende benim de dedemin daktilosu vardı, bayılırdım onunla oynamaya, İzmir'e her gidişimde saatlerce yazılar yazardım...
Kimbilir nerde kimlerde şimdi... Olsaydı keşke, masamın üzerinde _en değerli_ olarak yerini alırdı...

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

Zerencim, bende 10 parmak daktilo bilenlerdenim. En hatasız ve hızlı yazanıydım sınıfımın. ama maalesef şu an Q klavyeyi kullanıyoruz, onu da kendılıgımden 10 parmak ogrendım. Velhasıl , elektronık bır daktılom vardı, zevkle kullanıyordum. torunlarıma bırakamadım. zor gunlerde gittigidiyorda satmıstım .. sıcacık dede kokan bır yazı olmus.

Ozlemaki dedi ki...

Takipçi olmak pek keyifli burada. Daktilolar da, şeridin kokusu da, tuşlarla zihin arasında kurulan köprüye tutkuyla sarılıp, içini oracığa dökme heyecanı da...harikasınız!