Kulağımda soba çıtırtıları, ayaklarımda sıcaklığı... Dün geceden beri içimden çıkmayan bir yanılsama bu. Ne gürül gürül yanan bir soba, ne de kokusu var tüten halbuki ortalıkta. Bir soba var aslında, dibinde oturan bir Zeren, üzerinde bir çaydanlık, zaman zaman kestane ya da kızaran bir ekmek... Var, var da bugün değil, geçmişe, yirmi-yirmi beş yıl öncesine dayanan bir fotoğrafın karesi olarak var.
Ailemle dört farklı ev paylaştım. Farklı semtlerde farklı evler... Hiç biriyle özel bir gönül bağı geliştirmedim, biri hariç. Annemle babamın evlendiklerinde kiraladıkları, bir sene sonra aralarına benim katıldığım, yerden tavana kadar kocaman pencereleri olan, suları sık sık kesilen, ocakta kaynatılan dökme sularla defalarca yıkandığımı bildiğim, sobalı, bir türlü ısınmak bilmeyen, kış aylarında diğer odalar ısınmadığı için anne-baba-çocuk üçlüsü olarak hepimizin sobanın bulunduğu salonda yatmak zorunda kaldığımız, annemin üşürüm diye yaptığı yer yataklarına yatmama izin vermediği için yüzümü düşürüp sırtımı dönüp küsüp oturduğum, kısacası benim için aile olmaya, paylaşmaya ve bir eve dair, onu sıcak, samimi, yaşanan bir yer yapan ne varsa hepsiyle dolu olan bir evdi Selamiçeşme'deki o minik daire.
Onlarca, yüzlerce anım var o eve dair. Ama en belirgin, en aklımda kalan anıların hepsinin başrolünde soba var. Ne zaman o eve ve sobanın samimiyetine özlemimi belirtsem annem "sen eziyetini çekmedin tabi" der. Doğru, çekmedim. Ben işin sadece keyif kısmında vardım. Ama o çocuk aklımla bile ailemizde yarattığı samimiyetin, paylaşım keyfinin hep farkındaydım. Diğer odalar buz gibi olduğu için salonda birbirimize 'mahkum'duk. Ben çocuk kitaplarımı annemle babamın yanında okumak, boyalarımı onların yanında yapmak, Ayşegül serisinden kestiğim karton bebekleri onların yanında giydirmek zorundaydım. Annem fasulyeyi bizim yanımızda ayıklamak, gazetesini bizim yanımızda okumak, babam televizyonu bizim yanımızda izlemek, bulmacasını bizim yanımızda çözmek zorundaydı.
Ben 11 yaşındayken yeni, suları düzenli akan ve en önemlisi (annem için) kaloriferli bir eve taşındık. Yeni evde her oda en sıcağından güzel güzel ısınıyordu. İşte böyle başladı, her akşam hepimizin ayrı ayrı odalara dağılışı... Şimdi aynı odada birlikte bir şeyler yaptığımıza pek rastlanmıyor:)
Nerden çıktı bu aslında hiç de hoşlaşmadığım "ah ne güzeldi eski günler" nostaljisi? Can arkadaş "bozacı geçti sokağımdan az önce, anladım ki kış geldi" dedi dün gece. Tarçını serpilmiş, leblebisi dökülmüş koyu kıvamdaki bir bardak boza, geldi anahtar oldu zihnimin kapılarında, açtı bu eski kapıları, soba oldu, boza oldu, yer yatağı oldu, ısınmak için sarınılan anne kucağı oldu.
İlginçtir, sık sık rüyalarımda o eve dönmek isterim ben. Bünyede eskiye dönüş isteği ne zaman ağır bassa rüya olarak belirir o ev. Ama hep de kapıları kapalıdır. Altından girip üstünden çıkmak isterim, köprülerle ulaşmak isterim ama bir türlü giremem. "Demek ki Zeren" derim kendi kendime "matah olan eskiye dönmeye çalışmak değil, 'yeni'de, yeni olan her şeyde, şu anda ve gelecekte o güzellikleri, sıcaklıkları yakalamak, yaratmaya çalışmak!". Bunu farkettiğimden beridir de bu rüyayı görmez oldum zati...
Cumartesi hava iyice soğuyacak diyorlar. Bir ümit kar yağar mı acaba? Soba mazide kaldı da, bozaları hazır etsek mi dersiniz?:)
13 yorum:
İster iyi ister kötü olsun yüreğe bıraktığı iz kadardır,eskiler.Ve yaşam yolunun bir anında o izler kesinlikle yol gösterici bir tebessüm olacaktır,yüzümüzde,yüreğimizde.
Öylesine güzel yazmışsınız eskilerden anlarınızı,teşekkürler.Sevgiyle kalın...
ama olmazki gözlerim yaşardı hatta biri nerdeyse damlamak üzere beni teeee nerelere götürdün
bi bu eksikti zaten
ağlamayada bahane arıyorumya şimdi bi saymaya başlarsam eskileri soba derken
sabahı bulur bu yorum en iyisi ben bunu bloguma yazayım bi gün
hem ağlayım hem yanayım
haydi kal sağlıcakla...
seni sobanın yanında "boya" yaparken hayal etmeye çalıştım zerom, küçükken de saçların upuzun muydu? öyle canlandın gözümde.
en kısa zamanda bir boza partisi düzenliyorum. ona uygun sıcak bir Türk filmi de seçer izleriz.
sobamız yok.
bozamız var.
Zeren, sımsıcak oldu içim.. Sobamız da yok ki evde böyle ısıtacak içimi...:)
Çok şey var söylenecek, ama hala yazının lezzetine vardığım için kelimelerimi harcamıyorum...
Hep böyle güzel kal dilerim..
Zeren evlendiğimizde küçük bir kasabada oturduk önce Eşimin işi gereği falan... Orada devlet dairelerinden başka kaloriferli ev yoktu... Benim içinse oyun gibiydi sobalı evde oturmak... Öyle çok oynardım ki sobayla ,kocam yangın çıkaracağımdan falan korkardı...
Çok uzak bir anı artık Ordu'da sobada yanan fındık kabuklarının çıtırtısı...
Kar hafta sonu gelecekmiş ...
Hepimizin çocukluğuna bir el değdi sanki şimdi..Hatırlıyorum da Cuma akşamları da bizde bir cümbüş olurdu soba başında tv önünde :) ertesi gün tatildi sobada pişen kestaneyi yemek daha bir eğlenceliydi..
Benimde çocukluğum sobalı evde geçti. Gerçekten geriye döndüğümde çok keyifli zamanlardı o zamanlar. Tüm enneler öyle herhalde :) Anneme göre sobali ev çileli ev demekti. Güzel bir yazı olmuş. Ellerine yüreğine sağlık. Teşekkürler.
Ben de ben de diye okudum tum yazıyı, benimde anlattigin gibi bir evim, ve o eve geri donmeye calistigim ruyalarım var. Cocuklugumuzu ozluyoruz biz, hem de cok.
Sevgiler,
Ah sobalar, yakması eziyet, keyfi doyumsuz. Evlenene kadar hep sobalıydı evimiz, bana kasıtları varmış gibi ben evlenip evden ayrıldıktan sonra kat kaloriferine dönüştürdüler:)))
Asla yakamazdım, evde annem yoksa soğukta otururdum. Ama yanınca değme keyfime. Alt çekmecesine ayva atardık, külün içinde pişerdi yemeye doyum olmazdı. Ya üstündeki kestaneler, patlatılan mısırlar, kapağından içeri maşayla salınan sucuklar. Ah, karlı günler, anneannem, Şakir Zümre emektar sobası ve sabah uyanınca kızarmış ekmekle sucuk kokusu, soba üstünde fokurdayan çaydanlık.
"Bir beyaz yelkenmiş çocukluğum
Engin bir denizmişsin zaman
Geri ver istiyorum çocukluğumu"
diyeyim de tam nostalji olsun:)))
Zerencim gerçektende ne harika olurdu komşu olmak... Koruda birlikte yürümek, Kuzguncuğa inmek, kitap alışverişi yapmak... yemek tarifi paylaşmak... Sen ev arayacağın zaman haber ver birlikte bakalım...
Sevgimle
Sevgili Nehire, o günleri hatırlamak yüzümde bir gülümsemeye neden oluyor, bu satırları da hep o gülümsemenin eşliğinde yazdım zaten:) sevgiler benden...
Sevgili yalnız yakamoz, muhakkak yaz, ben de takip edeceğim seni, gözünden akan yaşın izini de görürüz belki kelimelerinde:)
Ecem ya ben bir gün sana çocukluk fotolarımı getireyim yahuu. bol bol eğleniriz, komik bir veletmişim vesselam:)) saçlar aynı böyle, biraz daha kısa ama yine de uzun. zaten ben bu ara saç uzunluğu konusunda hayatımın zirvesini yaşıyorum:))
canım Brajeshwari ben senin kelimelerini söylemesen de hissettim:) dileklerimiz karşılıklı arkadaşım...
Canım lalem, evimi birlikte arayalım, hatta dekorasyon konusunda da desteğe açığım, laleninbahçesi'nin tüm kadınlarının desteğini bekliyorum, kızlara da duyrulur:)))
Sevgili Nehircce hepimizin ne çok anısı var değil mi sobalı akşamlara dair. Biz aslında şehirde sobayı yaşamış neredeyse son nesilleriz desek yanlış olmaz herhalde. çok ama çok kıymetli anılar onlar:)
Özlemcim, şimdi bir sobam olsun, yanına sallanan bir sandalye koyayım, kahvem , çayım, ve olmazsa olmaz kitaplarım elbet... kulağa ne hoş geliyor değil mi:)
Sevgili Papatya, evet çocukluğumun o günlerini hep sevdim, belki içten içe hep dönmek istedim ben de o günlere ama artık imkansızı istemekten de vazgeçtim. günümüze ve geleceğimize dokunabilir, güzelleştirebilirz, ama geçmişe hiç bir şey yapamayız. güzellikle hatırlayalım yeter:))
Leylak Dalım ben hala arada diyorum sobalı evde oturmak istiyorum diye de annemin bana bir bakışı var o anlarda:)) gerçekten aklımı kaçırdığımı düşünüyor:) bir gün o anıların hepsini yüzyüze dinlemek istiyorum...
Güzeldi değil mi sobalı günlerimiz? Halbuki ne zordu, geceyarısı soba söner, yatağın içinde büzüşürdünüz iyice. Eskişehir'in buzzzz kışlarında, camlarımız bile buz tutardı ama çocuktuk ya umurumuzda değildi...
Hem de nasıl güzeldi sevgili Tijen. Annem ve babam sabah ben uyanmadan sobayı yakabilmek için nöbetleşe uyanır, erkencecik yakıverirlerdi sobayı. Şöyle bir düşünüyorum da, annem çok haklı, bana keyfini, onlara eziyetini yaşamak düştü aslında:)
Yorum Gönder