Belliydi ki, o işin mesleki anlamda her ikisinin de hayatına katacağı hiç bir misyon yoktu. Ama o ofisin, bunun ötesinde çok farklı bir misyonu vardı: onları karşılaştırmış, hayatlarının kesişmesini sağlamıştı.
Daha o zamanlardan her ikisi de hayatlarında bir arayışın içindeydiler. İşteki mutsuzluklarının, hayatta olmak istemedikleri yerde olduklarının, bundan sonra bu tempoda devam edecek bir hayatın vereceği yılgınlığın farkındaydılar ama o zamanlar bütün bunların adı, henüz adı konmamış bir huzursuzluktu, henüz bir çıkış yolu yoktu.
Ama değişimin kıpırtısı o denli hissediliyordu ki içlerinde, bunun bir arayışı olarak birlikte yogaya başladılar. İş çıkışı bitkin bedenlerini sürüne sürüne yoga salonuna sürükleyip bir saat boyunca bedenleri, zihinleri ve ruhları için bir şeyler yapmış olmanın enerjisiyle sonunda her seferinde koşarak o salondan ayrıldılar. Her defasında yoga sonrası birbirlerinin yüzünde oluşan o huzura, dinginliğe şahit oldular. Heyecan verici bir coşkuydu bu. Kendileriyle, bedenleriyle ilgili yeni şeyler keşfediyor, heyecan duyuyorlardı.
Kitaplar, filmler, uzun reiki sohbetleri hep vardı da, bir yandan hayatlarında yolunda gitmeyen de pek çok şey vardı; keyif kadar huzursuzluklarını, mutsuzluklarını da paylaşıyorlardı. Biri, uzun zamandır o ofiste çalışan - ki bu satırların yazarı olur kendisi - Ocak ayında o senenin ilk radikal kararını aldı. Kendine vakit ayırmak, uzun zamandır bedenini/ruhunu yiyip bitiren sağlık sorunlarıyla daha iyi ilgilenebilmek, kendisine vakit ayırabilmek için işinden istifa etti. Kendini yeniden bulmak, önce sağlığına kavuşup önündeki yeni yollara sağlıklı bir insan olarak devam etmek istiyordu. Hayatının en çetin döneminin yaklaştığını, büyük sınavların kapıda beklediğini henüz bilmiyordu. Halbuki çok değil, sadece iki ay sonra, Mart ayında hayatının en derin kopuşlarından birini yaşayacak, hayatı 180 derece değişecekti.
Aynı dönemlerde yani Mart-Nisan döneminde geride kalan diğer arkadaş da işinden istifa etti. Bedeli ne olursa olsun hayatının kontrolünü eline almaya kararlıydı. Yayıncılık sektörünün kendisine bir şey vermektense götürdüğünü ve bu meslekte bir geleceğinin olmadığını çoktan anlamıştı. Sadece biraz cesarete, karar alma gücüne sahip olmaya ihtiyacı vardı. Cesaret de, karar alma gücü de orada, içindeydi, o da bunu farkına varır varmaz gerekeni yaptı. Çoğu insanın yapamadığını yaparak "yolumu, kendimi bulmaya gidiyorum" diyerek işinden ayrıldı.
Hayatlarındaki en kritik döneme aynı anda, yan yana girdi bu iki insan. Ben ve dostum... Ben ve Ece... İşimden istifa etmiş, hayatımı tüm geleceğimi birlikte geçirmeyi planladığım insandan ayrılmış, geleceğime dair olmasını planladığım her şeyin çöküşüne tanık olmuştum. Her anlamda yepyeni başlangıçlara, sil baştanlara ihtiyacım vardı. Çok fazla yaram, kırgınlığım, kızgınlığım vardı. Ama başka sahip olduklarım da... Güçlü bir insandım ben. Asla tek bir insana bağımlı olamayacak kadar güçlü... Günahlarım vardı, sevaplarım kadar... Mükemmel değildim, olmak da istemiyordum. Sadece kendim olarak yaşamak, hayatımda, benden beklediklerini kendisi de yapabilen insanların var olmasını istiyordum.
Her kadının, en zor zamanlarında yüzüne en dürüst aynaları tutacak dost başka kadınlara muhakkak ihtiyacı varmış. Mutsuzlukları paylaşarak azalttığı, mutluluklarıysa paylaşarak çoğalttığı dost kadınlara...
Kafamda binbir soru, hayatımda bundan sonrasına nasıl devam etmek istediğimin peşinde arayışlar içinde kıvranır, gereken cesareti toplamaya çalışırken arkadaşım da en azından mesleki anlamda benzer sorularla debeleniyordu hayatında. Mutfağa, mutfak hikayelerine olan aşkım, ellerimle çalışmaktan aldığım büyük keyif, yoga ve reiki sayesinde her geçen gün kendimi tanımak ve istediklerimin peşinden gidebilmek için gerekli cesaretin aslında içimde olduğunu keşfetmek beni Mutfak Sanatları Akademisi'ne götürürken arkadaşım, dostum da yönünü yine aynı dönemde bedenine de, ruhuna da, zihnine de çok yakışan bir şeye, yoga eğitmenliğine çevirdi.
Bu kararları aldığımız dönemde birbirimize olan etkimiz, yüreklendirmelerimiz, bazen bizi bizden başka kimsenin anlamadığını bilmemize rağmen yolumuzda devam etmemiz gerektiği konusundaki cesaretlendirmelerimiz, bugünden geriye baktıktan sonra bana büyük bir kıvanç veriyor. Ben aşçılıkta karar kılarken onunla yaptığımız uzun uzun sohbetler büyük bir etkendi benim için. Biliyorum ki, ben de onun yoga eğitmenliğine adım atmasında önemli bir aracı olmuştum. Evrenin onun için seçtiği yolun (çünkü bu iş ona gerçekten çok yakışıyor) sesli bir dile getirmesiydi aslında benim yaptığım; içinde bu cevher vardı, o da bunu biliyordu ama sesli olarak duymaya, birinin ona söylemesine ihtiyacı vardı. Ben sadece o insandım; bir aracı...
Günler, aylar geçti, mevsimler döndü. Heyecanla ikimiz de eğitimlerimizin başlayacağı günleri bekledik. Bir yol seçmiştik, tercih yapmıştık. Hayatlarımızı bize empoze edilen gibi değil, kendi seçimlerimize göre, bizi mutlu edecek şeylere göre yaşama yolunu seçmiştik. Bedelleri vardı, maddi manevi... Bunların bizi cesaretsizlendirmesine izin vermek yoktu. Gün geldi o düştü, gün geldi ben. Ama birbirimizin elinden tuttuk. Pes etmek yoktu. Yoldan dönmek hiç yoktu.
Ben aşçılık eğitimime başladığımda, o eğitiminin bir kısmını tamamlamıştı. Zaten üzerinden fazla bir zaman geçmedi ama başladığımız günkü heyecanlarımız hala dün gibi aklımda. Artık bekleme sürecini de tamamlamış, yola koyulmuştuk. Şimdi vakit, öğrendiklerimizi paylaşmanın, birbirimizin zevklerini hayatlarımıza yansıtmanın vaktiydi. Yoga, yine onunla girmişti hayatıma ve onunla devam ediyordu, hem de inanılmaz bir seviye atlayarak. Yoganın asla sadece bir spor olmadığını, insanın kendisini tanımada, bedenini/ruhunu/zihnini keşfetmede çok büyük etkisi olduğunu bire bir onunla tecrübe ederek yaşadım. O, okulunda bu konuda eğitilirken, beni eğiten de dostluğumuzun paylaşımıydı.
Şimdi Kasım ayının bu son günlerinde tarif edilemez bir gurur yaşıyorum. Birlikte aynı süreçlerden geçtiğim, birlikte yola çıktığım, zorluklarını, sıkıntılarını bildiğim, benimkileri bilen, her aşamayı eksiksizce birlikte yaşadığım insan, bir hafta önce yoga eğitmeni olarak sertifikasını aldı, hem de başarıyla. Cesaretli bir kadın olmanın, bedeller ödemekten korkmamasının, hayatının kontrolünü başkalarının insafına değil kendi iradesine bırakması gerektiği bilincinin somut bir göstergesiydi o belge. Her gelen gün yeni kapılarla, yeni fırsatlarla geliyor şimdi. Hayat, cesaretli kadınlara kapılarını asla kapamıyor. Cesaretlerinin mükafatını veriyor.

Cuma akşamı, yolunun her adımına şahit olduğum arkadaşımın sertifikasını almasının şerefine evinde güzel bir kutlama yaptık. Aşçı olma yolunda ilerleyen bu satırların yazarı, onunla ve çok sevgili eşiyle mutfağa girmenin keyfini yaşadı. Profesyonel mutfaktan çıkıp dost mutfağına girmek... Bunun tadı, sıcaklığı bambaşka... Bu iki kadehteki şarabın ışıltısında önce dostluğa ama bence en çok da cesarete içtik biz.
Ve daha paylaşılacak onlarca şey... Kimbilir ne güzellikler, ne kutlamalar bekliyor bundan sonra da bizleri... Tıpkı bana yazdığın doğum günü kartında olduğu gibi arkadaşım "seninle birlikte yapmak istediğim çok şey var. Neyse önümüzde yıllar var ama çok ertelemeyelim! Çünkü sadece mükemmeliyetçi insanlar erteler! Bizim öyle bir derdimiz yok, olmasın, mükemmel diye bir kelime sadece sanatta var bence:) Mesela, seninle birlikte Amsterdam'a, Barcelona'ya, California'ya, Dikili'ye gitmek istiyorum! Konser hayalleri, dövme fantezileri, şaraplar, yemekler, çok planımız var sanırım:)"
Evet çok planımız var, olsun da... Hep yapılacaklar, yaptıklarımızdan fazla olsun ki enerjimiz hiç bitmeden peşinden koşalım hayatın.
Bir gün belki eşinle kurduğun New York'ta yaşama hayallerin gerçek olacak ve gideceksin; bir gün belki ben yolumu bir süre yaşamayı çok istediğim o 'Çizme'ye çevirip İtalyan sofralarında pişeceğim. Ama biliyorum ki o günlerde bile aramıza giren tek şey yollar olacak, asla mesafeler değil. Ve o çok sevdiğimiz İstanbul bizi daima buluşturan olacak...
Dostlukları, eskilikleri değil, güçleridir bence belirleyen. Resimdeki kadehi bir kere daha bu gücümüze kaldırıyorum. Şerefe!