30 Eylül 2010 Perşembe

Ninelerin mutfağından şen sofralara...

"Kimi evde yemek, yaşamak için yenir. Kimi evde, yemek için yaşanır. Bizim evde ise yemek, muhabbet olsun diye yenirdi. Sofra muhabbet için kurulur, yine muhabbetle kaldırılırdı".

Sevgili Takuhi Tovmasyan, o çok özel eseri Sofranız Şen Olsun'da okuyucularına yazdığı hoşgeldiniz yazısına bu cümlelerle başlıyor. Tüm kitap boyunca anlatacağı şeyi muştuluyor aslında bu cümlelerle. Yemeklerin yanındaki muhabbeti, muhabbetin özündeki insanı, insanın ihtiyacı olan samimiyeti...

Basıldığı 2004 yılından bu yana kalbi mutfakta çarpan her yemek tutkununun er ya da geç bir şekilde duyduğu, tanıştığı, önemsediği bir kitap oldu Sofranız Şen Olsun. Basıldığı yılın yani 2004'ün Aralık ayında tutkularımı anlayan, sadece yemeklerle değil, yemeklerin hikayeleriyle de ilgilendiğimi bilen özel bir dost tarafından hediye edilmişti bu kitap bana. Sonrasında bu kitabın sayfalarından çıkan yemeklerle donatılmış pek çok sofrada oturulmuş, yine bu sayfalarda anlatılmış hikayeler lokmalar eşliğinde defalarca anılmış, anlatılmıştı; hatta benzer hikayelerin özneleri olmuş özel insanlar tarafından kendi hikayeleri de paylaşılmıştı. Kitabın satırlarında her dolanışımda, bizler yeni nesiller olarak bu yemeklerin aynılarını yapsak da asıl bu hikayelerin benzerlerini yaratıp yaşatabilir miyiz, işte ondan pek emin değilim diye düşünmüşümdür hep. Okumuş olanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır.

İlginç bir şekilde son bir haftadır Takuhi Tovmasyan'ı ve Sofranız Şen Olsun'u defalarca anmama neden olacak birkaç olay hep ardı ardına geldi. Geçen hafta eğitimimin de ilk günleri olmasının heyecanı ve merakıyla Mutfak Sanatları Akademisi'nin her yanını turlarken girişte yer alan koca bir teşekkür anıtı dikkatimi çekti. Mermerden yapılmış kocaman bir panonun üzerinde "Ziyeretleriyle okulumuzu onurlandıran tüm bu değerli şeflerimize şükranlarımızla" şeklinde bir yazı ve altında da bahsettikleri tüm şeflerin isimleri yer alıyordu. Boyumu fazlasıyla aşan bir pano olduğundan gözlerim aşağıdan yukarı doğru yerli yabancı pek çok önemli şefin üzerinde kayıp giderken en tepeki ismin üzerinde tanıdık birini görmenin heyecanıyla zınk diye duruverdi. Evet en tepede, bütün listenin en tepesinde sevgili Takuhi Tovmasyan'ın ismi yazıyordu. Hani kendi adımı görsem bu kadar gururlanır mıydım bilmiyorum.

O gün eve gelir gelmez ilk işim kütüphaneden Sofranız Şen Olsun'u bir kere daha çıkarmak ve uzun zamandır satırlarında selamlaşmadığımız Akabi Yaya'yla, Armaş Dede'yle, Takuhi Yaya'yla, Lusi Yenge'yle, Digin Mari'yle ve daha niceleriyle yeniden, doya doya hasret gidermek oldu. Bu kitaptaki her hikaye, her anı, her yemek yapma hali çok özel ve güzeldir de biri vardır ki, özellikle onu her defasında okumaktan büyük keyif alırım. Tovmasyan'ın, Akabi Yaya Böreği'ni anlattığı sayfalara doyamam kelimenin tam anlamıyla.

"Akabi Yaya Böreği'nin sizin bildiğiniz peynirli ve kıymalı böreklerden farkı yoktur. Bizim evde börek yapmak yayamın (ninemin) vazifesi olduğu için biz bu böreğe 'Akabi Yaya Böreği' deriz. Yemek adlarını sevdiklerimizin adlarıyla birlikte anarız. Daha doğrusu, o yemeği en iyi yapanın adıyla anarız da denebilir... Gelinleri hamur yoğurmayı, börek yapmayı üstlenmediği için bu işler Akabi Yaya'ya kalmıştı. Bir cerrah titizliğiyle hazırlanırdı hamur tutmaya. Evvela elini, yüzünü yıkar, saçlarını açar, hafifçe ıslatarak yeniden tarar, ense kökünde sımsıkı bir topuz, kendi deyimiyle fotoz yapardı. Sırtındaki yeleğini çıkarır, balkondan bahçeye var gücüyle silkeler, tekrar giyer ve üstünü başını son bir kez de gelinine kontrol ettirirdi. Olmaya ki bir toz, bir saç kalsın da ezkaza hamura karışsın. Böyle hazırlanırdı hamuru tutmaya Akabi yaya..."

Ne zaman elim bir ekmek ya da börek hamurunun içine giriverse, hep hatırlar, gülümserim bu satırları.

İşte okulun girişinde geçen hafta Takuhi Tovmasyan adıyla karşılaştığımdan beri Sofranız Şen Olsun, kütüphanedeki yerine hiç dönmedi. Başucumda duruyor, arada sürekli karıştırıp kimi gün gündüz, kimi gün gecenin bir yarısı Tovmasyan'ın aile sofralarının bir parçası olmaya devam ediyorum.

Sonra geçenlerde sevgili Leylak Dalı'nın yeni blogunda benzer bir kıymeti, sofralarla, yemeklerle, muhabbetlerle, aileyle süslü hatıraları paylaşmakta olduğunu görünce okuyup okumadığını bilmeden kendisine Sofranız Şen Olsun'u önerdim. Meğer ben kendisine bunu önerirken o elinde tutmuş, hatta neredeyse sonuna gelmiş bile. Böyle hoş bir tesadüf yaşadık.

Yemek, hazzının anlatılması çok zor olan bir yolculuk. Eğitmen şeflerimizden biri olan Osman Bahadır'ın da dediği gibi yemek, hayatımızdaki her şeyin bir tamamlayıcısı. "Obsesif bir şekilde yemeğin peşinden gitmeyin! Yazın, okuyun, müzik dinleyin, film seyredin, gezin, aşık olun... Bunların hepsini yapın ki ellerinizden çıkan yemeğe bütün bunların da tadı geçsin". Cümle bana, ama içindeki anlam sevgili şefime ait.

Ama Food and Travel dergisinde yayınlanan kendi yazısından alıntı yaparak onun cümleleriyle anlatmak da gerekirse: "Biz şefleri şef yapan, her gün işe giderken aklımızda dolaşan onlarca yeni fikri kızartmamız, sote etmemiz, fırınlamamız, haşlamamız; kısacası malzemeye yeni bir form kazandırmamız; parmak uçlarımızda domatesin çekirdeklerini hissetmemiz; mandalinanın kokusunu beynimizin en derinlerine göndererek mutfağın fütursuzca dolaşan enerjisini damarlarımızda hissedebilmemizdir."

Tam da bunların hepsini yaşayabildiğim için mutfağı bu kadar çok seviyorum sanırım. Müziğin de, sinemanın da, kitapların da, aşkın da, doğanın da, gözyaşının da, acının da, kısacası hayata dair ne varsa hepsinin mutfakta barınıyor ve yaşanıyor olmasından dolayı...

10 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Ne güzel aynı zamanda aynı kitap üzerinde yoğunlaşmamız, hem de tamamen tesadüf eseri olarak. İnan bu kitap beni okurken o kadar mutlu etti ki, yazımdan da anlamışsındır zaten. Öyle uzun, cıncıklı yemeklerle uğraşacak mecalim kalmamış olsa bile hemen mutfağa girip topik denemek istedim (hala da caymış değilim, deneyeceğim).
Senin mutfak, yemek, okul maceralarını okumak için sabırsızlanıyorum ve günün birinde benzer bir kitabı senin kaleminden okuyacağıma da eminim.
Bu vesileyle benim geçmişte kalan sevgili dostlarıma (ah Elizabet, keşke karşılaşabilsem) ve Digin Takuhi'ye buradan selam olsun...

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Sevgili Zero, bir onceki yaziyi da tekrar hatirlayarak, "tutku" diyorum ben... Sevginin, tadla bulustugu bir nokta iste orasi...

Ordanburdanhayattan dedi ki...

Zeren sen bu okula başladın başlayalı yazdığın her yazı beni feci kıskansırıyor, haberin ola:))

laleninbahcesi dedi ki...

Her yemeğin bir hikayesi var aslında... Gendeme çorbası pişirirdi kayınvalidem, aslında yoğurtlu bir buğday çorbası ama ... pişirene ne pişiriyorsun diye sorulduğunda , o da kime pişiriyorsun anlayıp gendüme yani kendime pişiriyorum deyince bu ismi almiş.... Her seferinde anlatırırdı kızlar Babaanenelerine ve gendüme gendü me diye bağırışıp soframızı şen ederlerdi.

Sofraların hep şen olsun sevgili Zero.

Kitabı da hemen alacağım.

ayşegül dedi ki...

O kadar güzel anlatıyorsun ki mutfak,yemek aşkını..Her yazını okuduktan sonra işimi gücümü bırakıp mutfağa girmek istiyorum.:)) Yüreğine,ellerine sağlık Zeren.
Sevgilerimle..

Işın dedi ki...

Sofranız Şen Olsun benim de çok sevdiğim bir kitap. En çok da biyografisinde kendini anlatışından etkilenmiştim Takuhi Tovmasyan'ın, özellikle de son paragraflarından. Doğallığına, alçakgönüllülüğüne,zarafetine hayran olmuştum. Bir kez de tesadüfen Açık Radyo'da bir söyleşisini dinledim. Çok keyifliydi, keşke bir yerlerde yine söyleşme şansı olsa.

Çok etkilendim bu yazından.
Osman Hoca'nın cümlesinden, senin ifadelerinden. En son Julie and Julia'yı izlediğimde böyle hissetmiştim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte senin yazdığın bir yemek/anı kitabını da büyük bir
keyifle okuyacağımı hissediyorum.

Yüreğine sağlık...

zero dedi ki...

Sevgili Leylak Dalı, bazı lezzetleri ne yapıp edip denemeli, topik doğru bir seçim bence de ama bilmeni isterim ki gerçekten kolay olmayan bir yemek. Ama ev pişerken o baharat kokularından o kadar güzel kokuyor ki denemeye değer:) Mutfak ve yazı hayatımın vazgeçilmez iki hali, o nedenle bir gün neden olmasın diyorum:)

Sevgili Mehtap, her şeye daha doyumsuz olması için bir tutam tutku katmak gerekiyor sanki, öyle değil mi:)

Yasemincim bu aralar seni o kapıdan içeri girmiş görür müyüm acaba, en azından bilgi almak için:)

Sevgili Lale, çok güldüm, bundan sonra bu yöntemi ben de kullanacağım:) Sofranız Şen Olsun'u hala edinmediysen vakit kaybetme derim, çok keyif alacağından eminim:)

Sevgili Ayşegül, ne güzel böyle bir etkim olabiliyorsa:) çok teşekkür ederim:)

Sevgili Işın, Takuhi Hanım gerçekten inanılmaz zarif, kibar, tek kelimeyle bir İstanbul Hanımefendisidir. Bulunduğu ve konuştuğu yerde sadeliği, duruluğu ama konuşmasındaki o anlamla bütün dikkatleri üzerine çeker... Julie&Julia gerçekten çok güzel bir filmdi, ben de çok sevmiştim. Benzer etkileri yaratabiliyorsam üzerinde ne mutlu bana sevgili Işın:)

ANNEMİNELİ dedi ki...

Bu kitabı duymuştum,yemek bloguru olarak okumaduğuma utandım,hemen almaya çalışım okuyacağım.Paylaştığın için gönül dolusu teşekkürlerrr..SEVGİLERRRR...

Sibel dedi ki...

Son satırda mutfak aşkını ne güzel özetlemişsin Zerenciğim! Zamansızlıktan takip edemediğim blog dostlarımı artık bol bol zamanımın olduğu bugünlerde okumaya başladım yeniden. Ve haberi okuyunca senin adına ne kadar mutlu oldum anlatamam. 30'lu yıllarına başlarken verdiğin bu karar için seni yürekten kutluyorum. MSA çok özel bir okuldur, harika bir seçim yapmışsın. Başarı ve mutluluklarla dolu bir mutfak hayatı diliyorum sana!
Sevgilerimle canım...

Adsız dedi ki...

ama benim bildigim osman bahadır ^^sosyalleşme!!!mutlu olma!!!^der:)