15 Mayıs 2012 Salı

Hayatımın güzel kadınlarına...

Okul öncesi dönemin son zamanları. Benden sonraki ikinci torun sevgili kuzen de daha dünyaya gelmediği için bendeniz, ailenin ilk ve tek torunu olma saltanatını sürmekteyim halen. Anneannenin gözdesi, dedenin gözdesi, teyzenin, dayının gözdesi...

Anneanne evi bir kuş yuvası misali. Sabah bütün kuşlar, dışarıdaki kendi bağımsız yaşamlarına uçuyor; çalışıyor, okuyor, geziyor, tozuyor, akşam yuvaya dönüyorlar. Ana kuş, anneanne tüm gün evinde; evini ev yapıyor, çok yoruluyor, her şeyi kendine yüklenmeye çalışıyor ama yine de mutlu çünkü etrafı hep çocuklarıyla dolu; e bir de torun var artık:) Ben napıyorum? Her şeyi çok net hatırlamıyorum ama hatırladıklarımdan ve baktığım fotoğraflardan maskot misali dolanıyorum orda burda. Daha teyze ve dayı da bekar olduklarından ve ben de anneanne evinde kaldığımdan, annem babam da dahil tüm ahali akşam tek çatı altında toplanıyor.

Hatırladığım ve beynime kazınmış bir sahne vardır. Sahnenin detayları belki onlarca kere değişmiştir ama değişmeyen ana hatlar hep aynı. Saçları bakımlı, giyimi kuşamı son derece şık, ayağında topuklu ayakkabıları, tırnakları ojeli son derece hoş bir kadın girer akşamları o kapıdan, yüzünde ona çok yakışan kocaman bir gülümsemeyle. Annem. Benim annem. Ne getirir, ne taşır o dikliğinin, kendine güvenin koynunda bilmem. Dayı ve dede de eve çoktan gelmişlerdir o saatlerde. İki dakka ayak üstü benim de içinde olduğum bir harala gürele, sarılma, koklama, öpme merasimi yaşanır, sonra anne doğru mutfağa. Birkaç dakka içinde diğer detayların belki hep değiştiği ama değişmeyenin muhakkak peynir olduğu dolu tabaklarla çıkar mutfaktan.

Çocukluğumun en sevdiğim fotoğraflarından biridir bu.

Salonda koltuğun aralarına yerleştirilmiş fiskos sehpalarını çıkarır hemen dedeyle dayı. Tabaklar konur üzerlerine. Assololist edasıyla, uğruna çilingir sofraları kurulan aslan sütü arkadan gelir. Öyle yanlış anlaşılmasın, mükellef bir sofra değildir bu kesinlikle. Akşam herkes geldikten sonra birlikte yenecek yemek öncesi günün yorgunluklarını, sıkıntılarını atmak, belki neşesini, keyfini paylaşmak için kurulmuş bir ön keyif sofracığı. Dedem ve dayım da değişmezleridir bu sofranın da, benim hep hatırladığım, başrolümdeki isim kesinlikle annemdir. Onun, o anlardaki fotoğrafını, neşesini, keyfini, gülümsemelerini, kahkahalarını hiç unutmam.

Ne rakıdan anlardım o yaşlarda, ne çilingir sofrasından. Ama sürekli etraflarında dolanan, ya birinin kucağında, ya diğerinin ayağının dibinde olan ben, o minicik sofranın etrafındaki keyfi, paylaşımı, sevgiyi, sıcaklığı hep hissederdim. Büyüyüp koca eşşek olduğum zamanlarda bu meretten bu kadar keyif alıyor olmamı da hep o zamanlara bağlarım. Rakı asla sadece rakı olmamıştır benim için. Temsil ettiği şeylerdir benim keyfimi besleyen. O yüzden hep derim ki fiilen 17 civarında falan içmeye başlamış olsam da aslında 5-6 yaşlarıdır başlangıcım; o sofralarda, o anlarda, o tatlarda. Hep, çok güzel içmeyi bilen bir kadını görerek, ileride de güzel içtiğini düşünen bir kadına dönüşerek... Güzel içmek, keyif almaktır, pislik noktasına gelmemektir, hayatın en dolu sohbetleri demektir, içerken gülümsemek demektir, hüzne bile gülümsemek...


Anneannemdi daha anaç olan. Sıcak yemekler, sofralar, okul dönüşü çay ve süt kokulu karşılamalar, sokakta oynarken terleyen sırtıma sıkıştırılan tülbentler... Ev, ev sıcaklığı anneannemdi. Annemse dışarısıydı. Bilmediğim için tedirgin olduğum ama bir o kadar da merak ettiğim dış dünya. Her sabah giyinip süslenip kendini dışarı atan, işe gittiğini söyleyen güzel bir kadın. Dışarısı...

Daha kalem tutmazken bile bıçak tutmaya merakım olduğu zamanlarda patlıcan soyarken, kabak doğrarken nasıl anneannemi taklit etmeye çalışırsam, dışarıda olmaya, giyinmeye kuşanmaya dair de hep annemi taklit ederdim. Sinemaya dair derin bir sevgim varsa bugün örneğin, köklerinde muhakkak annemin payı vardır. Beni hiç sektirmeden her hafta götürdüğü filmler, sinema sinema Kadıköy'ü keşfedişlerimiz...

Hayatta en çok kavgamı da yine onunla ettim. Bitmeyen anne-kız çekişmeleri. Ama canımın o çok yandığı zamanlarda da bir gece kollarında nasıl ağladığımı ve beni dünyada o an teskin edebilecek tek insanın o olduğunu da hiç unutmam, unutamam. Bu satırlarda defalarca bahsettiğim anneannem hayatımdaki en önemli kadınlardan biri olarak gözümde nasıl bir şeyleri temsil ediyorsa, annemin temsil ettikleri ise tamamen başkadır, farklıdır ama aslında tamamlar birbirlerini. Ben her ikisinin de dibinde, onları görürek büyürken şimdi görüyorum ki gerçekten tam bir karışımı gibiyim onların; hiç onlar olmadığım tarafları da kendime ekleyerek.

Her gün batımı Datça'da burnuma gelen anason kokusuyla dolan kadehler, hayattan aldığım bu keyfi bana ufacık yaşlardayken bulaştıran anneme gitsin...

Bu yazının anneler günüyle falan kesinlikle ilgisi yok. Geçenlerde yaşadığım çok tatsız bir olayın bana yine düşündürdüğü bir his bana bunları hatırlatan ve yazdıran aslında. İnsan, canı acıdığında hep o kendini en güvende hissettiği yeri arıyor kalbini yaslamak için.

Her sene zaten 6-7 ay uzak yaşarız birbirimizden de bu sene biraz farklı. Her sene onlar giderlerdi, bu sene giden ben oldum. Gitmek, çok dip dibe olmamak sevgileri de temizliyor biraz galiba. Arada, her sevdiğin şeyle arana biraz özlem koymak çok kıymetli. Herkese lazım. Sizi çok seviyorum hayatımın güzel kadınları...

6 yorum:

Nehire dedi ki...

O çocuksu yüreğin,yüreğinin öylesine güzel,değerli sevgileri ve gözlerinin sımsıcak gülümsemesi hiç bitmesin,tatlı kız Zeren'im,sevgiyle kal...

Leylak Dalı dedi ki...

Hayatının güzel kadınları kalabilecekleri en uzun süre kadar kalsınlar hayatında, sağlıkla, sevgiyle. Kanatları hep senin üstünde olsun, sarmalasın. Ne mutlu onlara değerlerini bilen bir kızları var.Umarım benim çocuklarım da benim için benzer şeyleri düşünüyorlardır, bir anneyi bundan gayrı ne mutlu eder ki...
Sir de son resimde annenin kucağındasın ya, ben orada gelecekteki kızını kucağına almış Zeren'i gördüm sanki, bu kadar benzemek mi olur:))
Severim seni, hatta hızımı alamam bir de öperim:)

Bir Dut Masalı - nUnU dedi ki...

ah canım zeromm kıyamam ben sana..

haklısın.. insan hep olmak istediği ''o yerde'' arıyor kendini...

Olsun biz varız.. bize sığın...
sayfan ennn güzel koy, en korumalı sığınak zaten !

hayatın burnunda tüten her kokunun eteğinde renklerle bezensin zerocum..
yeni hayatında , başlangıçlarında sonsuz sevgiler, bereketler, huzurla dolu bir ömür diliyorum..

Ece dedi ki...

ben de onu dedim içimden, sen son paragrafta dökmüşsün bloga. uzaklaştıkça netleşiyor, sakinleşiyor, güzelleşiyor bazı şeyler. senin de annene dair bu kadar güzel şeyler yazmana Datça'nın temiz rüzgarlarının etkisi olmuştur belki. yüreğindekiler dile gelmiş, Datça'nın keyfini çıkarmaya devam et güzel Zerom. öpücük

laleninbahcesi dedi ki...

Can Zero,resimlerine bakarken anladım ki, yüzün de hiç değişmemiş, ruhun da... Senin gözlerindeki yıldız yıldız çocuksu ifadeye bayılmışımdır hep. Bu pırıltılar çocukluktan geliyormuş demek. Hayatının güzel kadınlarıyla paylaşılacak daha nice anlar anılar diliyorum sana...

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

Zerencim, çok dokunaklı bir yazı. Birçok şeyi hatırlattın. Aradığımızın kaynağını gösterdin.
Hep yanında yanımızda olsun, kıymetlilerimiz.