3 Mayıs 2012 Perşembe

Abartma mı dediniz?

En çok kendimle eğleniyorum bu aralar. Datça'da karşıma çıkan her güzelliğe öyle abartılı sevinçlerle bir sarılışım var ki, benim bu 'şehirden indim köye' hezeyanlarımdan Nuri Bilge sağlam bir senaryo çıkartabilir düşüncesindeyim:) Gören, bilmeyen sanır ki hayatımda ilk kez deniz, çiçek, böcek görüyorum. Sanki bu yaşıma kadar haplarla beslendim de, ilk defa gerçek sebze meyvelerle tanışıyorum. Ama elimde değil, doğal olan her şeyi o kadar özlemişim ki!

Her saatinden altığım keyif başka da sabahlarına ayrı bir tutkunum Datça'nın. Güneşin doğumundan sonraki o bir, bir buçuk saatlik dilimdeki sessizlikte durdurabilirim zamanı. Gün doğumu bu kadar mı yakışır, bu kadar mı kirletilmemiş durur bir kasabanın üzerinde?


Hiç bir sabahını kaçırmak istemediğimden, en azından çalışmaya başlayana kadarki günlerimde erkenden açıyorum gözlerimi. İlk geldiğim günlerde 7.30 gibi uyanırken bugün 6.20'de fırlamıştım yataktan:) Ortalıkta kimseler yokken bir saatlik deniz kokulu yürüyüşte aldığım oksijenle kaç yıl eklenir acaba ömrüme? "Kaç yıl"ında değilim de, yaşadığım anı doya sıya keyifle yaşayayım yeter bana.

Evimin hemen yan sokağına haftada bir kurulan bir pazar var. Cumartesileri kurulan büyük Datça pazarının haricinde daha minik bir pazar bu. Yan dairemde oturan dünya tatlısı ev sahibim "sabah erkenden git muhakkak. Gelenlerin hepsi çevre köylerden üreticiler oldukları için ellerinde ne varsa onu satıyorlar, hemencecik bitiveriyor" diye uyardı geçen gün beni. Durur muyum, uyanır uyanmaz attım kendimi dışarı. Ama yine biraz fazla abartıp o kadar erken gitmişim ki, daha bir iki tezgah kurulmuştu ancak:) Yürüyüş sonrasına bıraktım ben de pazar sefasını ki çok daha büyük keyif oldu. Körpe salatalıklar, biberler, mis gibi süt loru ile ettim kahvaltımı.


Bu abartılı "ne güzel doğayla iç içe yaşamak" hallerim de sakinleşecek elbet. Ben de bu doğallığın bir parçası olacağım zamanla. Ama tüm bu coşkulu hezeyanlar bir tarafa, durup düşündüğümde kendime söylediğim cümlelerim "neden hayatı bu kadar zorlaştırdığımız" üzerine. Herkes doğada yaşasın, şehirleri terketsin gibi bir şey değil bu. Sadece hayatlarımızın tıkandığı bazı noktalar var. Bir yere geliyor tüm yaşananlar; daha öteye gitmek için çırpınmaktan, sürekli patinaj çekmekten başka bir şey yapamıyoruz. İşte o tıkanıklık anlarında manasız direnmelerin sadece enerji kaybından başka bir şey olmadığını gördüm ben. İşte o noktada değiştirmek lazım bazı şeyleri, ki tıkanık olanın önü açılsın. Sadece basitliklerden keyif aldığımı farketmeme rağmen abartılarla varolmaya çalışarak yorulduğumu anlmamla kırıldı bazı şeyler.

Şimdi sadece bir salkım domatesle, hem ellerimi hem ağzımı siyaha boyayan koca bir çanak karadutla, yolda karşıma çıkan ilk kez gördüğüm çiçeklerle, ayaklarım denizde ya da balkonumda yudumladığım bir kadeh rakıyla mutlu olabiliyorken daha öte bir memlekette aramıyorum varoluşumu. Evet, hala özlüyorum vapurlarımı. Ama ben İstanbul'da da indiğim anda özlemeye başlardım ki zaten o vapurları. Sadece vapurlarıyla, festivalleriyle, tiyatrolarıyla mutlu olmama izin vermiyordu ki İstanbul! Trafiğiyle, mesafeleriyle, hırçınlıkları, cinnetleriyle yoruyor, yoruyor, yoruyor, sonra da ağzıma bir parmak bal çalmak için sevdiğim nimetlerini sunuyordu.

Karadutla aşk yaşıyorum resmen...

Bu demek değil ki, kapandı o defter. Az buçuk da bir şey öğrendiysek şu hayattan, sen kapattın sansan da kapanmaz bazı defterler. Şu an ihtiyacım olanın ne olduğunu bildiğim için Datça'dayım. Sonbaharda, sezon bitip restoranlar kendi minik kadrolarına döndüklerinde belki yine İstanbul'da olacağım, belki bambaşka bir şehirde, belki de Datça bırakmamak üzere kollarına almış olacak beni.

Seviyorum ben hayatın süprizlerini!:)

7 yorum:

숯인 SuChi'iN dedi ki...

nasil kiskandim bu resimleri gorunce, bende her seyi birakip yanina gelesem geldi..ne guzel anlatiyorsun, bazen bende bu buyuk ve yorucu sehir Seul`den kacsam mi sakin Datca`ya diye dusunmuyor degilim :)..nasil ozledim gercek sebze ve meyve tadini, beyaz peynirin kiymetini, hele dut mu? o da ne ki unuttum pek cok seyi diyebilirim, benim icin de ye dostum, cikar keyfini ^^

euphrates dedi ki...

Ben de seni bebek ;)

Tuna dedi ki...

Tam da iki saatlik bir dost sohbeti için İstanbul'un beni dört saat yorup yoğurduğu bu günün akşamında yazınızı okumak iyi geldi doğrusu.Kapadım gözümü yüzümden tatlı deniz esintisi,ağzımdan karadut tadı geldi geçti bir an.Yazmayı lütfen eksik etmeyin :)

zero dedi ki...

Suchim sen biraz daha ordasin, ben de burda. Bulusacagimiz yer İkimiz icin de en guzeli olacak inan bana:)

Canim euphrates, gel bekliyorum;)

Sevgilli Tuna, size benden bir avuc karadut ikram:) sevgiler

A-H dedi ki...

"Gün doğumu bu kadar mı yakışır, bu kadar mı kirletilmemiş durur bir kasabanın üzerinde" demissin ya takildim kaldim. belki okumussundur bende ayni seyleri dusunmustum kambocya gezimiz sirasinda. Insandan baska herseyin oldugu dogal ortamda gun bir baska guzel doguyor ;)
Fotograflara bayildim, keyfin daim olsun arkadasim, agzini tadi kacmasin ;)
Operim cok

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

İçinde esen Meltem ve Poyraz rüzgarlarıyla eğlen Zerencim:)
Hayatında güzel sürprizler hep bol olsun:))
Öpüyorum...

Defne Soysal dedi ki...

En doğru koordinattasın. Sana gıbta ediyorum