24 Ocak 2012 Salı

İzle, oku, ör!

"Zero'nun festival tarihçesi" diye bir çalışma yapsam 2004 yılındaki İstanbul Film Festivali performansımı zirveye koyarım. Öğrencilik hayatımın son yılı olmasının hükmünü tüm Beyoğlu salonlarında büyük bir ihtişamla sürmüş, o filmden o filme doyumsuz bir haz yaşamıştım.

O yıl ülke sineması olarak seçilen Güney Kore filmlerinin yüzde doksanını izleyen bendenizin içine haliyle ister istemez bir Koreli kaçmış, film aralarında Kore mutfağı, hadi olmadı en azından Uzak Doğu restoranlarında alır olmuştum soluğu. Savunmam da hazır: Festival ruhu dediğin şey böyle olur; sadece filmleri izlemekle kalmayacaksın, o filmlerdeki ruhu da yaşayacaksın; yemeklerinden yiyecek, müziğini dinleyecek, mekanları kovalayacaksın. Bukalemun gibi bir ruh halim var, izlediğim ya da okuduğum şeylerin ruh haline o kadar kolay bürünebiliyorum ki, bazen korkuyorum kendimden:)


Sonraki yıllarda iş hayatının zaman yoksunu hay huyunda festivalleri büyük oranda uzaktan izlemiş, çok isteyip de izleyemediğim filmler için ağzımın akan sularını silmek zorunda kalmıştım.

İstanbul'da 2012'nin festival sezonu 16 Şubat'ta !f İstanbul'la açılıyor. O bitiyor, aşağı yukarı bir ay kadar sonra İstanbul Film Festivali, on beş günlük bir sinema şöleniyle şehrimi perdenin gizemine buluyor. Uzun lafın kısası, İstanbul seni neden bu kadar çok sevdiğimi bana hatırlatan günler geliyor.

Evet, mart kapıdan baktırır ama şubat ayı o kapıyı açtırmaz bile yeri gelir. Önündeki günleri ev, mutfak ve Beyoğlu sokakları arasında geçirmesi muhtemel bendeniz, kendini soğuklardan koruma kapsamında atkı örme faaliyetlerine geri dönmüş bulunuyorum.


Mosmor bir atkı örmek istediğimi söyledi geçenlerde içimdeki bir ben; hemen aldım soluğu Kadıköy'ün bildiğim iki yüncüsünden birinde. Üstelik İstanbul'un beyaza bulandığı karlı günlere denk geldi ki bu faaliyetler, pencere kenarına çektiğim koltuğum, kucağımda yünlerim, tamamen anneanne modunda takıldım birkaç gece.

Bu kış kızıl kafamın üzerinde görmek istediğim iki berem, mor ve pembe... Asalet, güç ve korunma ile neşe, mutluluk ve hayaller... Boynumda ise aynı renklerden kendi ördüğüm atkılarım. Ben Mart'ı da kıştan sayanlardanım, o nedenle çok sevdiğim kışın biraz daha hüküm sürebilecek olmasından pek mesûdum.

Ve son bir buçuk aydır fena halde içine düştüğüm Füruzan külliyatını, daha evvel okuduğum ama çok sevmiş olduğumu unutmadığım Sevda Dolu Bir Yaz içindeki roman tadında uzun öykü Şarkılar Kitabı ile noktaladım. Nasıl bir keyif! Başka birkaç öyküsü için de söyleyebileceğim bir şeyi buraya da not etmek isterim: Hani hiç bir şey yazmamış olsaydı da bu öyküyü yazsaydı, yine baştacı ederdim ben kendisini. Anneyi, küçük teyzeyi, hikayeyi anlatan ufaklığı, dayıyı, anneanneyi, dedeyi, aile dostu Hrisula'yı, teker teker her bir karakteri iliklerime kadar yaşadım, hissettim.

Böylesi bir Füruzan yolculuğundan sonra en sevdiğim öykülerini şöyle sıraladım geçen gün: Şarkılar Kitabı, Gül Mevsimidir, Gecenin Öteki Yüzü, Temizlik Kolu, Bir Evin Dıştan Görünümü, Seyyid. Roman olaraksa 47'liler pek çok kişinin unutulmazı biliyorum ama Berlin'in Nar Çiçeği de asla es geçilmemeli derim ben.

Şubat ayında YKY'de ayın yazarı kim olacak, pek meraktayım. Benim için keyifli bir oyun oldu bu. Onlarca yazarın arasından birini seçiyor, piyangodan ikramiye bekler misali bekliyorum. İçimden birini belirledim, bakalım, olur da tutarsa önümüzdeki ay da kitaplardan yana hayli kârdayım demektir:)

5 yorum:

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Zerencim ben de senin gibi Mart'ı hatta Nisan'ı da kıştan sayarak kışsever olarak mutlu olurum;)
Filmlerin resmi geçidi olacak ay'lar geliyor, ne güzel:))
Şu mosmor atkı, ne hoş, ne iyi düşündün, çok zevklidir örgü örmek, kış aylarına en yakışandır.Camın önünde kucağımda yünler,anneanne modu diye ne güzel anlatmışsın durumunu, gözümde canlandı:)
YKY şubat kitabını ben de meraktayım...
Önğmüzdeki günler ev, mutfak,Beyoğlu demişsin, çalışma başlıyor sanırım, haftaya bir gün iş başlamadan kaçamak yapsak, ne iyi olur...
Çok öptüm...

euphrates dedi ki...

Yürü be Zero! yazmak için bu pencereyi tıkladığımda üstteki yorumla beraber gecen gun "kardeş" esprisiyle beraber başka da bir ortak payda çıktığını gördüm, bir ara sana anlatırım. ;)
Ben biraz içine kapanık bir blog yazarıyım sanırım, pek karışanım - görüşenim yok. :) Senin blogunu sevmem zaten ortak payda denklemi gibi, ne güzel insana 5 parmak kadar da olsak yalnız olmadığımızın umudunu veriyor. Mışıl uykular...

Kontrast dedi ki...

Selamlar Zero!

Okul temposundan sonunda vakit bulup geri döndüm buralara. Hemen tıkllattım blogunu, yazılarınla özlem giderdim. Her zamanki eşsiz yazıların mest etti beni :)

Atkılara da bayıldım ;)

Bloga da beklerim!

Neşe dolu günler!!!

zero dedi ki...

Nathaliecim, sabahtan beri mesaj atmaya çalışıyorum sana, ama bizim burda öyle bir bastırdı ki kar, şu an turkcell iptal durumda:(

Sevgili Euprates, ya şimdi öyle merak ettim ki, acaba tahmin ettiğim şey mi? Sen söylemezsen ben de söylemem:))

Kontrast, sağolasın teşekkür ederim. Sana da kolaylıklar tüm çalışmalarında...

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

örgü örmek istedim bu yazını okuyunca, ama turkuaz geçti içimden kalın ıp ve 10 numara şişle...
bakalım bulabılecekmıyım gozumde canlanan rengı.