11 Aralık 2011 Pazar

Yorgunum çünkü aşçıyım!

Hayatımın rotasını bambaşka bir yola çevirip MSA'ya giderek aşçı olmaya karar verdiğimde sürekli ağzımdan düşmeyen bir İtalya lakırdısı vardı. Hatta bir ara acaba İtalya'ya giderek mi eğitim alsam diye bile ciddi ciddi düşünmüş, sonra MSA'yla yollarımın kesişmesi ve oradan alacağım uluslararası diploma sayesinde belki bitirdikten sonra çalışmak için gitmeyi denerim diyerek dilek çekmecelerimden birine koyuvermiştim bu arzumu. Velhasıl eğitim öncesinde de, sonrasında da hep bir İtalya, İtalyan restoranı söylemleri dönüp durdu etrafımda.

Her şey bu soldaki hatunun mutfak sevdası yüzünden başıma geliyor:)

Ve sonunda hayat beni İtalya'da değil ama İstanbul'da bir İtalyan restoranıyla buluşturdu. Çok istedim çok, ama ne bir plan yaptım ne de program. Fakat sanırım yaptığım şey, bu kadar istediğim şeyi 'çağırmaktı'. Bir senenin en sevdiğim üç ayından biri olan Aralık'la birlikte hayatımda yeni bir dönem daha başlamış oldu böylece. Şimdi bir İtalyan restoranında, bir İtalyan şefle birlikte el yapımı çeşit çeşit ravioliler, taze makarnalar, lazanyalar yapıyor; diğer tezgahlarda yapılan soslara, tatlılara, salatalara, sıcak yemeklere göz atıyorum, tadıyorum, önce damağıma, sonra aklıma kazıyorum. Ama bir şey var ki çoooooook yoruluyorum:) Neredeyse bir seneye yaklaşan mutfak maceramda hep yorgunluktan bahsettim ama yorgunlukla yeni tanışıyormuşum ve beterin beteri varmış demek ki diyorum:)

Bir cuma akşamı yaşadık ki ne var ne yok tezgahlardaki tüm malzemeler silindi süpürüldü. Mutfak ahalisi için önünde dizili sıra sıra tavalar ocağa sürülmek için beklerken hiç susmayan o sipariş sesini duymak bazen öyle çıldırtıcı oluyor ki artık gece rüyamda görsem kesin kabus diye nitelendirebilirim:) Cuma gecesi servisi mutfakta fırtına varmışçasına tüm stoklar tükenerek geçince gece 11.30'da evlere yollanırken cumartesi akşamını da cumanın kopyası şeklinde yaşayacağımızı bildiğimizden hepimizi cumartesi günkü hazırlığın ağırlığı sarmıştı zaten. Yorgunluktan ayaklarım patlarken önümde deli bir cumartesi olduğunu bilmek... Tek kelimeleyle yorgunluktan psikopata bağladım diyebilirim:)

Ve beklenen cumartesi... Çok bir şey diyemeyeceğim, hepimiz mutfaktan sürünerek çıktık haricinde:) Akşam çıkışlarda Beşiktaş'a yürüdüğüm kader arkadaşım Evren'in "ya şu günün bitişini çıkışta yürürken bir bira alıp kutlayalım" önerisiyle "bu kadar gerilmek yeter, biraz da hücrelerin gevşemesi gerek" diyerek Akaretler yokuşundan aşağı vururken kendimizi, buz gibi biraları diktik kafaya ki of yani o ne keyifti anlatamam. E tabi bir de buna pazar günleri restoranın kapalı olmasının huzuru ve rahatlığı eklenip pazar sabahının anlamının, uyku, keyifli bir kahvaltı, bütün gün koltuğa yapışmak, pijamaların üzerinden çıkmaması demek olunca...

Her gece motorla Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçerken defterime o gün yaşadıklarıma dair iki satır bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Şimdi dönüp yazdıklarıma baktığımda en çok tekrarladığım şey "bu yorgunlukla sıcacık yatağıma girip uyumak kadar keyifli bir şey olamaz" cümlesi ve türevlerinden ibaret. Hakikaten böyle yorgunken insan o kadar güzel uyuyor ki, tarifsiz bir haz o... Ama sabah kalkmak kısmından hiç bahsetmeyeyim tabi:)


Ve işte bu fotoğrafın da adı "muhteşem pazar"! Bir dilim kek (annem akşam eve gelip de kek yapmış olduğumu görünce "kızım sıkılmadın mı yemek yapmaktan" diye bastı kahkahayı), iki çatal, çay, yılbaşı mumlarım, lavantalı tütsüler, film, Halil Sezai'nin o kalbimi yontan muhteşem sesi, defterler, kitaplar filan...

Ama her güzel şeyin bir sonu var sanırım, değil mi?:)

8 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Ne diyeyim, bu iş ancak aşkla yapılır herhalde. Kolay gele Zerom, ağzımın sularını da zor zaptettim belirteyim:))

A-H dedi ki...

Onca yorgunlugun uzerine birde kek yapmak hakikaten ask olmali :)) ayakta alkisliyorum seni ben olsam yumurta bile kiramazdim :))

lale dedi ki...

Canım Zeren, yolumun o tarafa düşmesi için sabırsızlanıyorum.
Hep dilediğin gibi hep gönlünce olsun yaşam...Senin için 2012 dileğimi açıklıyorum şimdi; İtalya'da çok ünlü bir İtalyan restoranında şef olman...Sonraki yıllarda da Türkiyede kendi İtalyan restoranını açman. Yaz bunu bir kenara....Lale Ablam dilemişti de...
Zuz için dilediği Cunda da pansiyon dileğimin gerçekleşmesi üzerine bu konuda acip iddialıyım.

Çook öptüm

Bugday Tanesi dedi ki...

Hayalin peşinden koşulur ve sonra da o hayal sürekli gelişir... Ne güzel :)

Fatma dedi ki...

Yogun ama mutlu aşçı diyelim biz, insanın sevdiği işte çalışması kadar güzel bir şey var mı, hayatının bilmem kaç yılını mutsuz olduğun bir işte çalışmak kadar ne yıpratabilir insanı. Mutluluğunuz daim olsun, güzel şeyler yapın başkalarını da mutlu edin hep:)

Eren dedi ki...

Böyle bir yorgunluğu bile ne kadar keyifle anlatmışsınız çok şanslısınız sevdiğiniz bir şeyi yaptığınız için, başarılar dilerim:)

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Sen işine aşıksın,bu iş için yaratılmışsın bence... çünkü tek boş gününde dahi mutfakta olmayı seçmişsin:))
Seni gönülden takdir ediyorum Zerencim eminim yorgunluğun karşılığında aldığın keyif ve huzur sana tüm sıkıntılarını unutturuyordur...
Nerede çalıştığını mail atarsan uygun olursa uğramak isterim;)

Tuna dedi ki...

Sevgili Zeren ,inandığınız ve gönül verdiğiniz yolda azimle ilerliyorsunuz.Biz de buna tanıklık ediyoruz.Ne güzel.Böylesine mutlu bir yorgunluğun değeri ölçülemez bence.Beden ne kadar ağırlaşsa da gönül uçmak ister.O bir dilim kek bunu anlatıyor işte.Başarılar :)