12 Eylül 2011 Pazartesi

Lavanta...

Bazı kadınların gözleri, dillerinden daha anlamlı konuşuyor. İfade sanatı yer değiştiriyor sanki, kelimeler anlamlarını bakışlara yüklüyor.

Ladies in Lavender... Lavanta Kokulu Kadınlar... Sessiz, sakin ve gerçekten lavanta kokan bir sabahta izledim bu çok keyif aldığım filmi. Evin kıyısı köşesi bir gün önce hediye edilen lavanta torbalarım ve lavantalı doğal sabunum sayesinde zaten inceden inceden lavanta kokuyordu.


Ve uzun zamandır filmlerimin bulunduğu rafta izlenmeyi bekleyen bu film... Sakin ve huzurlu bir film izlemek istiyordum. Adında lavanta geçmesi değildi seçim nedenim. Sadece keyifli bir tesadüftü bu ya da ben öyle sanıyordum da, belki bilinç üstü ulvî bir buluşmaydı.

1930'larda bir İngiliz kasabası... Ve kasabanın dışında, hemen deniz kıyısında kayalıkların üzerine kurulmuş iki katlı bahçe içinde olağanüstü bir ev. İki kız kardeş, sadece yanlarında çalışan son derece sevimli, huysuz ve tatlı kadın kategorisinden gündelikçilerinin eşlik etmesiyle sakin, sıradan, kitaplar, bahçe, yemekler, deniz ve doğanın tüm nimetleriyle başbaşa bir hayat sürerler. Bir gün bir fırtına sonrası sabah sahile yaralı genç bir adamın vurduğunu görünce hayatlarının sıradan günlük ritmi bozulacak, üç kişilik yaşamlarına ilginç bir yabancı eklenecektir.

Ve işte böylece hem filmin konusu başar, hem de bir kadının gözlerinin sesi...

Judi Dench sen nasıl bir kadınsın diye sormak isterim, keşke duyuversen beni! Her filminde hayran kaldım sana, her filminde imrendim, gücüne, kadınlığına, asaletine, güzelliğine ama en çok da gözlerine. Çünkü hep konuştu gözlerin ve ben hep ağzından ziyade gözlerinden çıkan sözlerini duydum, okudum. Daha anlamlı ve daha duyguluydular. Öfkeni de, sevgini de, aşkını da, hüznünü de, ızdırabını da daha etkili anlattılar. Tenimden geçti içeri, benim duygum, benim hissim oldular.

Çok sade, sıradan, huzur dolu ama içli bir hikayesi var filmin. Konu üzerine daha fazla bir şey yazmak istemem, izlemeyenlerin filmin detaylarını keşfetme hakkını gaspetmeyi hiç sevmem. Ama bütünü kadar, detayları yakalamayı seven, detaylardan da keyif alan her sinemaseverin de izlemesini tavsiye ederim.

Şehir yaşantısının tırmıklarından hayli kanadığımı düşündüğüm bu günlerde doğayla başbaşa yaşamanın güzelliklerini hatırlatan eski bir anı gibiydi sanki bu film. Ören'e yazın değil de, daha kışın etkisinin tüm gücüyle sürdüğü Nisan başı dönemlerinde gittiğimiz o yıllar düşüverdi aklıma. Korkunç bir fırtınanın koptuğu, yağmurun camlara vururken çıkardığı sesten neredeyse uyumanın zor olduğu gecelerden sonra, suya doymuş mis gibi toprağın, yeşilin, çimenin kokusuyla uyanırdık o serin sabahlara. Mutfak kapısını açıp üzerimde kalın hırkalarım, kendimi ıslak çimenlere attığım, o ilahi kokuyu tüm gücümle içime çektiğim o sabahlar... Mutluluk buydu, daha ötesi değil.

Lavanta Kokulu Kadınlar'da da böyle bir sahne var ki, beni benden aldı, götürdü, savurdu, savurdu, ama galiba geri getirmedi. Doğaya yakın olan tüm yaşamlara daha bir özenir oldum bu aralar. Her kitap, her film izler bırakarak geçiyor üzerimden.

Hermann Hesse'nin Siddhartha'sını okudum geçenlerde. Klavuz kitap gibi oldu, tam ihtiyacım olan zamanda kuvvetli bir doz vitamin gibi geldi. Hayatın anlamını, huzuru, özü arayan biridir Siddhartha. Ama bunun için hiç bir öğretiye bağlanmak istemez. Öğretileri manasız, kof, kelime oyunu bulur. Ve böylece kendi anlamını bulmak için kendi yolunda yürümeye başlar, kendi yaşam yolunda... Kitabın en hoşuma giden bölümlerinden birinde, yaşamındaki en önemli öğretinin kendi iç sesini dinlemek olduğunu öğrenir. Bunu da başkasının tavsiyesi üzerine değil, yine yaşayarak öğrenmiştir, tam da bu yüzden çok değerlidir. Bir insana gitmesi gereken yolu söyleyecek en doğru şeyin, kendi iç sesi olduğunu keşfeder. Hayatı ve içinin sesini dinlemeyi öğrenmesi, bilmesi gerekmektedir.

Kendi iç sesimin volümünü son ses açmaya çalıştığım bu günlerde Lavanta Kokulu Kadınlar çok iyi geldi işte bana. Doğayı, ıskalanmaması gerekenleri, aşkı yeniden hatırlattı.

Aşk... Öyle bir final sahnesi var ki, çok etkilendim. Judi Dench'in gözlerinden okuduğum, bana hissettirdiği tüm cümleleri bir bir not düştüm defterime.

"Derin bir iz, sızlayan bir yara olarak kalacaksın içimde..." Böyle konuştu gözleri...

11 yorum:

Adsız dedi ki...

okurken hic bitmesin istedim oyle guzel yazmissiniz ki .
ve filmi izlememeistin mutlaka izleyecegim .

gözde dedi ki...

Zerenciğim ne güzel anlatmışsın. Senin bakış açın o kadar güzel ki,baktığın herşeydeki güzelliği görüp duygularınla dokunup,yazıya dökmenden dolayı böyle okunası,huzurlu yazılar çıkıyor ortaya.Mesela lavantadan mahsederken bile,öğle güzel anlatıyosunki inan lavanta kokusu geliyo burnuma :) canım benim o da yüreğinin güzelliğinden kaynaklanıyor.Filmi en yakın zamanda izleyeceğim. Ayrıca kitap okumada hızını takip edemiyorum, maşallah diyeyim. Bir kitabı kaç günde okuyorsun? Ben de kitap tutkunuyumdur.İşten güçten dolayı bu kadar hızlı değilim.Bir sırrın var mı:):)
Sevgilerimle Gözde

zero dedi ki...

Sevgili Mon Clementier, çok teşekkür ederim:) Film beni çok etkiledi, umarım aynı keyfi alırsınız siz de:)

Sevgili Gözde, öncelikle sana da çok teşekkür ederim güzel sözlerin için:) Bir ara benim de iş tempomdan çok dşmüştü okuma hızım ama şu an sanki çok susamış biri gibiyim, hani kana kana içesim var:) Sır mı bilmiyorum ama ne olursa olsun muhakkak özel zaman ayırıyorum okumaya. Eğer çok keyif aldığım bir kitapsa da zaten elimden bırakamıyorum, gözler kayıyor, uykum geliyor ama okuyorum:) sevgiler benden...

yeliz dedi ki...

öyle güzel anlatmışsın ki lavanta kokusu buraya kadar geldi

Unknown dedi ki...

çok güzel son cümle...Bazen gözlerin konuşması sözlerden daha ağır oluyor...

zero dedi ki...

Yeliiiiz, lavantalı kolonyam da var, istersen?:)

İçimizdeki Karnaval, son cümle benim yorumum o bakışlardan hissettiğim. Aslında çok merak ederim başkaları izleyince ne hisseder acaba diye. Olur da izlerseniz, paylaşın lütfen benimle...

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Bu filmin notunu almıştım zaten ama henüz izleyemedim.Senin anlatımından da filmin benlik olduğu kanaatine vardım:)
Teşekküler Zerencim...

Kontrast dedi ki...

Zero!

Benim en sevdiğim filmler listesinde ilk sıralardadır Ladies in Lavender. Maggie Smith'i de HP'yle tanımış biri olarak burada da hayran kalmıştım. Benim favori oyuncum bu filmde de :) Geceleyin izlemiştim bu filmi rüyalarıma da misafir olmuştu. Tekrar karşılaşmak bu filmle, mutlu etti beni. Hem de çok.

Lavanta kokulu günler dilerim zero!

laleninbahcesi dedi ki...

zerooo, ben bu filmi izlemedim... Biraz bakındım bulamadım da... D&R'a bakacağım bir de...

Yalnız fragmanını izledim, ne kadar güzel olduğu belli...

zero dedi ki...

Nathalieciğim, kesinlikle izle beğeneceğine çok eminim, sen de detaylara meraklı bir insansın, filmin detaylarından da çok keyif alacağına eminim.

Sevgili Kubilay, kesinlikle Maggie Smith de çok başarılı ama benim oldum olası Judie Dench'e ayrı bir hayranlığım vardır. O bir, Juliette Binoche iki, cate blanchett üç... Ara ara bazı detayları için hep izlemek isteyeceğim bir film olacak.

Lale Ablacım ben sana getiricem filmi sakın arama:)

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

Zerencim, ne kadar güzel anlatmışsın filmi , hemen arayıp bulmak istedim. Eşimi bekliycem, netten indirebilir mi diye.

sevgiler