İstanbul'u pek bir kıskanç gördüm bu aralar. Kendisini Barselona'yla aldattığımı düşündüğünden olsa gerek, döndüğümden beri pek bir yamuk yapar oldu bana. Nasıl yapacağız da düzelteceğiz arayı, orasını bilemiyorum pek. Halbuki bilmiyor ki kendisi bu dünyaya bağlandığım köklerim; bundan sonra yüreğimin parçalarını bırakacağım her şehirse gökyüzüne uzandığım dallarım.
Bana neyi göstermek istediğini zaman içinde anlayacağımı umduğum bir sürecin içinde buluverdim birden kendimi. Yollar biraz taşlı... Taşlar mı beni yaralar, ben mi taşları kırar geçerim, o kadarını zaman gösterir, lakin hâla iki çift lafım var Barselona'ya dair...
Bir bulutun tepesine yükselsem ve yeryüzünde bir yere beni bırakıvermelerini istesem, kesinlikle La Boqueria gibi bir pazarın ortasına düşmek isterdim. Bir balıkçı tezgahında karideslerle istiridyelerle cebelleşmek; domatesin kırmızısına, biberin yeşiline, limonun sarısına bulanmak; hiç dinmeyen o enerjinin içinde savrulup yıkanmak...
La Boqueria, Barselona'nın kalbi La Rambla'nın hemen paralelinde. Doğanın tüm nimetlerinin adeta ayaklanmış hali. Daha evvel de bahsettiğim gibi tezgahların çoğunluğuna kadınlar hakim. Pazarın tezgahları arasında dolanırken bu şehirde yaşamadığıma, pazardan aldığım tüm bu renklerle şenlendireceğim bir mutfağımın olmadığına ve bir de kesinlikle ve kesinlikle İspanyolca bilmediğime çok üzüldüm. Pazarın enerjisini iliklerime kadar her yerimde hissetmeme rağmen satıcılar arasında geçen o konuşmaları, atışmalarını, pazarlıkları, hepsini ama hepsini anlayabilmek isterdim.
Bir önceki yazıda bahsettiğim Tibidabo lunapark gezimizin sonrasında saatin de akşama yaklaşmasıyla yine şehir merkezine çevirdik istikametimizi. İş sonrası kendilerini Tapas barlarına atıp yemeğin, içkinin ve sohbetin dibine vuran Barselonalılar'ın arasına karışmak için La Rambla'nın solunda kalan Gotik Şehrin ve sağında kalan Raval'ın sokaklarında kaybolmaktan idealinin olmadığını anlamak için sadece bir gün bile yetiyor insana. Bir önceki gece Gotik Şehrin sokaklarına atılmış masalarda doyan karınlarımızı bu sefer de Raval'a çevirmenin vaktiydi.
Raval, tam bir göçmen semti. La Rambla'dan Raval'a doğru o daracık sokaklarda iyice derinlere inmeye başladıkça rastladığınız Ortadoğulu insanların sayısının ve dükkanlardaki "helal et" yazılarının arttığını görüyorsunuz. Göçmen semti olmasının da etkisiyle fiyatlar da çok daha ucuz Raval'da. Labirent misali kıvrılan sokakların sizi çıkardığı yine son derece sevimli bir meydan, kafe-restaurantların masalarıyla, hediyelik eşya satan tezgahlarla, göçmen halkın sıra sıra dizildiği banklarla dolu. Ve tabi bir de minik(!) koca kedi heykeliyle... Raval'ın simgesi koca tombul kedi, kendisiyle hatıra fotoğrafı çektiren bizim gibi turistçiklerle halinden pek bir mutlu görünedursun, kendisini geride bırakıp ara sokaklarda yürürken gözümüze çarpmış olan sevimli bir Tapas bara gitmek üzere yöneliyoruz.
Sarı turuncu tonlarındaki taştan duvarlarıyla, tapasların sıra sıra dizili olduğu hemen girişteki barıyla ve sevimli garsonuyla, Barselona maceramızda yemek yediğimiz en keyifli yerlerden biri olmayı kesinlikle hak ediyordu Raval'daki bu Tapas Bar. Tabi o gece beni gülmekten öldüren canım macera arkadaşlarımı da unutmamam lazım. Siz çok yaşayın diyorum, başka da bir şey demiyorum:))
Son günümüzün ikinci yarısında üç kişilik ekibimizden fire vererek yola iki kişi devam etmek zorunda kalsak da, yılmadık ve Barselona da bizi en güzel keyiflerinden biriyle taçlandırdı: flamenko! Plaça Reil da, Barselona'nın yine onlarca meydanından biri, hatta avlu demek daha doğru belki. Manastırdan bozma koca bir yapının ortasındaki boş avlunun etrafı onlarca kafe, restaurant, bar ve diskoyla dolu. Kesinlikle büyülü bir yer. Tıklım tıklım dolu masaların arasından bir boş bulup tünedikten sonra dikkatimizi çeken bir kuyruğum peşine takıldık. Sonuç yaklaşık bir saatlik olağanüstü bir flamenko gösterisi, müziğin ve dansın gücüyle büyülenmiş bedenler ve ruhlar...
Flamenko, olağanüstü bir sanat. İçinde hiç bir ortalama duygu barındırmayan, aşkın da, tutkunun da, hüznün de, acının da doruklarda yaşandığı... O yanık sesiyle aşkını, acısını haykıran müzisyeni dinlerken de, topuklarını sevdasının şiddetiyle takır takır yere vuran dansçıyı izlerken de, bu adamların bir kere daha her şeyi ne kadar tutkuyla yaşadıklarını düşündüm. Hayatı da, aşkı da, müziği de, dansı da dibine kadar kanırta kanırta yaşıyor ve tam da bundan besleniyorlar.
Dansları sırasında birbirlerine nasıl da tutkuyla baktıklarına şahit olduğumuz iki dansçıya, gösteri sonrası La Rambla'da yürürken el ele rastlamak da o geceye dair ayrı bir hoşluktu. Gösteriyi izlerken bu dansı bu kadar yürekten hissettirerek yapan dansçıların arasında mutlaka bir çekim olması gerektiğini düşünmüşken, sonrasında ikiliyi kostümleri ellerinde el ele belki de evlerine doğru yürürken görmek, bana aslında ne kadar haklı olduğumu gösterdi. Sahnedeyken gözlerinde gördüğüm şeyin aşk olduğundan emindim ben zaten:)
Biliyorum ki, artık ben bu şehri görmemiş gibi yaşayamam. Kanıma girdi bir kere. "Yani ne demek şimdi bu?" demeyin sakın! Onu ben de henüz bilmiyorum ama tek bildiğim, harika bir üç gün geçirdiğim ve bunu hiç unutmayacağım!
6 yorum:
sen de çok yaşa zerocum. bu kadar barcelona yazısı kızdırdı herhalde istanbul'u.
aşk gözlerden okunuyor. ne kadar da doğru. hatta bir koku gibi. ben sahneden almıştım gösteriyi izlerken.
ben de bilmiyorum. öptüm
Tam yazilarini ozledik diyordum ki baktim Barcelona hikayesi coktan baslamis bile!
Nasil kacirmisim ben bunu hemen geri sarip okumaya baslayayim :)
öncelikle sana olan inancımı söyleyeyim, o taşlar kum olacak senin ayaklarının altında...
Senin gözünle Barcelona gezmek süper oldu, Zerocum...
Ecem, valla İstanbul kızdı, o kadarı çok belli:) ben hiç gelemem böyle tavırlara ama bilirsin, çekiveririm resti olur biter:P
Sevgili A-H, evet valla aslında macera başladı da bitti bile:) Barselona'da üç gün kaldım, dört yazı yazdım. Emin ol sıksam daha da çıkar da, yeter artık:)
Canım Lalem, valla umarım dediğiniz gibi olur:) Barselona bir de Lale görmeli bence, her ikisi de birbirine bayılacaktır eminim:)
sanirim ayni mekanda ayni gosteriyi farkli zamanlarda izledik. Harikaydi!
(gerci her hafta baska bir gurup varmis ama o tutkuyu biliyorum dedim okurken ayni gosteri olmali :))
Gülçin bilmiyordum ben her hafta baska gosteri olduğunu. Ama aynı gösteriyse de pek güzel bir tesadüf olmuş gerçekten bu:))
Yorum Gönder