4 Şubat 2011 Cuma

Mutfak arası bir doz İstanbul

Ocak ayının ortalarında geldi haber. Bazen insan bir şeyi ne kadar özlediğini onunla ilgili bir haber aldığında fark ediyor. Haruki Murakami'nin orjinali 1985 yılında yayınlanan romanı, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu adıyla Türkçe'ye çevrilmişti. Bu haberi duyduğum anda ne kadar özlediğim 'dan' diye gelip içime oturuverdi. Evet, Murakami'yi, Murakami okumayı çok ama çok özlemiştim.


Şimdi iki gündür elimde Haşlanmış Harikalar Diyarı. Sahilde Kafka ya da Zemberekkuşunun Güncesi kadar olmasa da yine de tuğla gibi bir romanla karşı karşıyayız. Bu da güzel haberlerden biri, zira maceramız uzun sürecek demektir.

Murakami bir kolumda, İstanbul bir kolumda, 'Koreli' arkadaşım yanıbaşımda, 10 günlük mutfak arasını fırsat bilen bendeniz, ev nedir bark nedir bilmez bir şekilde tam bir sokak kuşu olup çıkıverdim. Özlediğim tüm güzellikleri içime çekiyorum İstanbul'a dair. Bu şehrin biz kullarına sunduğu nimetlerden nasibimi almaya çalışıyorum.


Frida & Diego sergisi birkaç aydır şehrin çeşitli reklam panolarından, gazete ve dergilerden davetkar bir tutkuyla göz kırpıyordu bana. Filmini izlediğimden, yıllar evvel biyografisini okuduğumdan beri güçlü ve tutkulu kadın simgesi olarak yer etti içimde. Tarifi çok zor acılar, ufacık yaşta geçirilen çocuk felci yüzünden bir bacağın sekmesi, yine yıllar sonra geçirdiği bir kaza yüzünden bacağına takılan platinle yaşamak zorunda kalması, geçirdiği 20 küsür ameliyat, Diego'ya duyguduğu asla dinmeyen tutkulu aşk, onlarca kürtaj ve düşüğe rağmen dinmeyen bir çocuk sahibi olma tutkusu... Ve bunların her bir karesinin kalemine, fırçasına ve tuvaline yansıması... Bakışlarındaki oklardan, güçten, acıdan, sertlikten etkilenmemek mümkün değil. Ve her şeye rağmen asla kaybetmediği yaşam sevgisinden. O kadar 'renkli' ki hayatının her ânı... Kıyafetleri, eşyaları, resimleri hep renklerle bezeli. Acılarını renge boyamış ve sanki onları bu şekilde katlanılır kılmış gibi. İmkanınız varsa 20 Mart'a kadar sürecek olan bu sergiyi görmeden İstanbul'u terketmesine izin vermeyin derim.

İnsan yanında bir 'Bayan Çekik Göz' ile dolaşıyor ve o kişinin ağzından çıkan iki cümleden biri de Kore'ye dair oluyorsa eğer, el mahkum sergi sonrası duraklama mekanı da İstanbul'un Uzak Doğu cennetlerinden birinde oluyor. Eh biz bir çekik göz olmasak da ruhen ve zihnen bizim de çok ait hissettiğimiz yerler bu mekanlar. Gerçekten öyle böyle değil, benim İstanbul'da gittiğim en harika Japon restaurantı olan Cafe Bunka dünyadan bir cennet mekan sanki... Huzur, dinginlik ve ferahlık dolu.


Suchim'le kapıdan girdiğimiz andan itibaren refleksel bir hareketle seslerimiz kısılıverdi, fısıldaşarak konuşmaya başladık. O kadar huzurlu bir mekan ki, insan sesiyle o huzuru delmek istemiyor.

Keyifle yenen yemeklerin sonrasında ruha mı bedene mi (aslında her ikisine birden) daha çok iyi geldiğinden emin olamadığım o muhteşem genmai-cha çayı... İçinde mısır patlaklarının da olduğu harika kokan leziz bir çay.


Bir Japon lokantasında soluklanarak başlayan hafta yine Japon bir yazarın, Murakami'nin kelimeleriyle devam ediyor.

"Dünyanın sonu insanın yüreğinin içinde gelir" diyor Murakami. Dünyanın sonunun hiç gelmemesi dileğiyle diyorum ve kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlayan "stajın ilk günü" heyecanını dindirmek için kitabımın içine gömülüyorum.

11 yorum:

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

murakai hiç okumadım . okumak istiyorum. Dünyanın sonu çok etkili...

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Ben de Murakami hiç okumadım,blogcu olduğumdan beri bu yazarı çok duyuyorum,belki İnsanlık Şarkısı adlı daha insaflı bir kalınlıkta olan kitabıyla başlayıp,tanışırız.Kalın kitapları severim aslında ama yeni başlamak için bence bu uygun...Sen ne dersin ?

zero dedi ki...

Sevgili Zeynep kesinlikle tavsiye ederim, çok etkili ve çarpıcı bir yazardır.

Sevgili Natali, öyle bir şey demişsin ki, bu soruya hayır demem mümkün değil, çünkü İmkansızın Şarkısı'nın bendeki yeri bambaşkadır. Bütün romanlarını çok severek okudum ama gerçekten İmkansızın Şarkısı bende dokunduğu yer çok başkadır. O nedenle kesinlikle onla başlayabilirsin ama şunu da söyliyim, kitapların kalınlıklarından korkma, son derece akıcı bir dili vardır Murakami'nin. Muhtemelen elinden bırakamayacağın için çok çabuk bitecektir:) sevgiler

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Sevgili Zero , kitabın adını :)))iyi uydurmuşum di mi ?
Cevabın için teşekkürler ,çok sevindim ,şimdi içim rahat alabilirim:)Okuyunca da paylaşırım...Sevgiyle...

Leylak Dalı dedi ki...

Natali zaten Murakami okumayan blogcuyu dövüyorlar biliyor musun? Blog aleminde kalıcı olabilmek için mutlaka bir Murakami kitabı okumak şart. Blog Kanunu Madde 8,5
:))))))))))))
Şaka bir yana Zero ve Lale Murakami mikrobunu hepimize bulaştırdı, tiryakisi olduk çıktık. Darısı başınıza:)

Zerocum sefan olsun lakin kıskandığımı bir kez daha belirtmeden geçemeyeceğim:)))

laleninbahcesi dedi ki...

hahah blogcu olmanın ilk koşulu mutlaka bir Murakami kitabı okumuş olmak... 120.sayfadayım. Bakalım daha nerelere götürecek bizi Murakami.
Hiç Uzak Doğu restoranına gitmedim biliyormusun...Yemek konusunda bazen cesaretsiz olabiliyorum...
Frida sergisi güzeldi tabi kolleksiyoncuya ait resimler olduğu için ancak O2nun elindeki resimleri görebildik. Ama görmeyi istediğim çok başka resimleri var...Belki Mavi Eve giderim kimbilir...
Sevgimle

Ece dedi ki...

hızına asla yetişemediğim, yeşil gözlü tatlı kitap kurdum:) murakimiyle senin sayende tanıştım. büyük bir iştahla bu kitabı okuduğunu, gözlerinden ışıklı şimşekler çıktığını çok iyi biliyorum.

frida sergisine senle gitmek, hatta suchicanla gitmek isterdim. hatta üçümüzün gitmesini planlıyordum. kış ve hastalık sebeplerinden ötürü artık arkadaşımın arkadaşısın isimli şarkıyı söylüyorum:) bu kadar uzun bir yorumu da, seni bugün göremediğim için yazıyorum. stajın başlayınca napcas bakalım.

İyi ki doğdun Çiğdem diyorum ve şu anda keyifli bir doğum günü kutlamasında olduğun tahmin ediyor ve nice güzel doğum günü kutlamaları diliyorum sana ve annene...

pelinpembesi dedi ki...

Zemberekkuşunun Güncesi bende var.2 yıl oldu herhalde okuyalı ama senin kadar fanatik değilim.Kahlo ya mart ayında gitmeyi planlıyorum.

Brajeshwari dedi ki...

Zerenimo,

Beni de ilk Murakami kitabımla buluşturan tatlı arkadaşım... Yeni kitabı bende aldim. Belki aynı satırlarda geziniyoruzdur:)

Henüz Firda sergisine gidemedim. Merak etmekteyim sergiyi... Frida tablolarının çoğunun Madonna'nın kolleksiyonunda olduğunu biliyor muydun?

Staj başlayinca da yaz.
Merak ediyorum...

Kontrast dedi ki...

Ben de Murakami okumalıyım.Diye düşünüyorum... Hangisiyle başlamak daha doğru acaba?

Yazın ve fotoğrafların her zamanki gibi etkileyici. Okudum, baktım, mutlu oldum adeta :)

Bloguma bekliyorum. Yeni yazımı beğenecek misin bakalım?

Görüşmek üzere, sevgiyle...

zero dedi ki...

Leylak Dalım dediğimin arkasındayım, bu virüsün anti-virüsü de yine içinde bence:) Artık siz de katıldınız ya Murakami klübüne, hakkaten okumayanı dövecekler demektir bu bence:)

Canım Lalem, bence Uzak Doğu restoranı konusunda cesaretsiz olmanıza gerek yok, suşi sashimi kimi konularda ok anlarım ama bunların haricinde yenebilecek pek çok şey var. öğreneğin face'de resmini koyduğum o pilav, karidesli sebzeli pilav, üstelik bence çok da lezzetli. bunun dışında değişik soslu tavuklar, pilavlar, noddle'lar... yavaş yavaş denenebilir. bir gün Cafe Bunka'ya gidelim çok istiyorum. Şu mutfak arası günlerimin ikinci yarısını hasta geçirmeseydim, böyle bir teklifim olacaktı üstelik:( Frida'ya gelince, biz de arkadaşla o gün aynı şeyi konuştuk, bazı çok güzel eserleri yok diye ama yine de güzeldi, tabi Mavi Ev'e gitmek süper ötesi olur:)

Ecem, benim canım arkadaşım, bugün nasıl karşıma çıkıverdiniz öyle ya, mucize gibi... seni günlerdir görememenin eksikliğini evren kendi kendine böyle ufak bir tesadüfle bile olsa tamamlayıverdi:) valla staj başlayınca en üzüldüğüm şey daha az görüşecek olmamız, ama sana söyliyim Meydan Num NUm açık mutfak, yani ne zaman gelsen arkadaşını yemek yaparken görücen, ben de seni yaptığım yemekleri yerken haha:))) bu araada bir kere daha söyliyim Çiğdem seni çok seviyooo:))

Sevgili Buket, bir de İmkansızın Şarkısı'nı dene, belki daha çok seversin:)

Canım Brajeshwarim, evet muhtemelen aynı satırlarda geziniyoruz:) çok özledim seni de bir türlü görüşemedik. Şu ara dönemimin ikinci yarısını hasta olarak geçirmeseydim daha çoook planlarım vardı, hepsi suya düştü. Frida tablolarının Madonna'nın olduğunu bilmiyordum gerçekten. kesinlikle devam yazılarıma, ara vermek yok:)))

Sevgili Kubilay, bence hiç vakit kaybetmeden okumalısın, kendi adıma İmkansızın Şarkısı'yla başlamanı tavsiye ederim. Okuyacağım son yazını, sevgiler:)