Şubat başında başlayacak olan stajımda bakalım hayat yolumu şehrin hangi bölgesine, hangi mekanlarına düşürecek, kimlerle ve nasıl insanlarla mutfakta omuz omuza yemek yapmayı nasip edecek? Kendimi bu bilinmezliğin heyecanına bıraktım, bekliyorum, umuyorum, diliyorum.
Şef yolunuz açık olsun dedi, ben de açık olmasını ümit ettiğim yolumu bugün Kadıköy'e çevirdim. Özlenen bir dostla içilmesi gereken bir fincan kahve, edilmesi gereken sohbetler, alınması gereken bir kitap vardı.
Ta yaz aylarından kurulmuştu bugünlerin hayali. "Kış gelsin, yağmur yağsın, soğuklar bastırsın, Kadıköy Çarşısı'nda üşümüş iki kafadar ısınmak için çini karolu o nostaljik mekana Hacı Bekir'e koşsun, bir iki kaymaklı lokum, birer fincan da kahve söylesin". Benzer cümleleri kaç yüz kez kurmuş olmalıyız ki yolumuz sık sık bu sevimli mekana düşer oldu. Geçer mi denen zaman geçti, mevsimler döndü. Bizeyse fincanlarımızın başında oturmuş geçen zamanın hayatımıza getirdiklerinin sohbetini yapmak düştü.
Geçen yılın son çeyreğinde hayatıma giren ve kesinlikle damgasını vuran ışıltılı, güneş gibi bir kadın var ki, bugün onun armağanı da günümü anlamlandırdı. 319 sayfalık bir kitap yazmış, sayısız biz okuyucu dostlarına armağan etmişti. Evet, Nazlı Eray'dan ve son anı kitabı Tozlu Altın Kafes'ten bahsediyorum.
Kelimeler bazı bünyelerden daha bir ihtişamlı dökülüyor satırlara. Kağıt üzerinde duruşları daha bir havalı oluyor. Okuduğunuz ilk satırlardan hissediyorsunuz yazanın yazıyla, hayatla, hikayelerle ilişkisini. Nazlı Eray böyle bir kadın, böyle bir yazar. Başka bir insanın onu anlatmak için seçeceği kelimelerden ziyade yine onun satırlarıyla onu okumak en iyisi. Tozlu Altın Kafes, bunun için yazılmış, bir anı roman...
"İstanbul'un en güzel, en ince minareleri kalbime saplanmıştı sanki, avucumda kırılan nardan üzerime kan akıyordu. Kaçtım şehirden. 18 yaşındaydım, hayat önümde upuzun bir yol..."
Arka kapaktan iki satır... Diyorum ya, bırakmalı kendi, kendini anlatsın.
Uzunca bir süredir Salman Rushdie'nin Floransa Büyücüsü'nü okuyorum. Onu bitirmeden başlamayacağım Nazlı Eray'a. Ama ne ilginçtir ki, bir süre daha beklemesi gereken kitabı karıştırırken fotoğrafların arasında Nazlı Eray'ın Salman Rushdie ile çekilmiş fotoğraflarını görüyorum. Bu aralar kalbime dokunan iki yazar, birden bire aynı sayfada karşıma çıkıveriyor. Bana bakan ve gülümseyen bir fotoğrafta... Gıyaplarında teşekkür ettim, çok şeye, bende dokundukları hikayelere...
Floransa Büyücüsü'nün tek talihsizliği hayatımın fazla yoğun bir dönemine gelmiş olması. Sadece MSA değil, bastıran ödevler ve proje sunumunun yaklaşması da zamanı benden ziyadesiyle çalıyor. Halbuki bir masalda gibiyim Floransa Büyücüsü'nün satırlarında. Sanki Binbir Gece Masalları'nın yeni bir versiyonunu okuyorum. Mistik hikayelerden beslenen Doğu'nun kalbinin attığı noktaları yakalayabilmesi ve aktarış şekli hoşuma gidiyor Rushdie'nin. Hayatlarımızın sert gerçekliğinden böylesi bir roman sayesinde çıkabiliyor olmak, bilmediğim pencereleri açıp bilmediğim nefesleri almak keyif veriyor.
Şimdi bir roman elimde, diğeri başucumda gecenin geri kalanına yollanıyoruz. Zira masalım yarım kaldı. Şimdi Kara Gözlü kayıp prensesin gizemli hikayesine devam etme zamanı...
10 yorum:
Geçen gelişimde Baylan'ı ziyaret etmiştim, Hacıbekir'e fırsat olmamıştı. Bu seferki İstanbul'da yapılacaklar listesine Hacıbekir'i de ekleyeceğim.
Gerçekten o kadar oldu mu Zero, bana bile çok çabuk geçivermiş gibi geldi MSA maceran. Haydi bakalım hayırlısı, staj döneminden ne öyküler çıkacak bakalım, merakla bekliyorum:)
Bu yorumu geceyarısı yazdığıma göre "İyi geceler" diye bitireyim bari:)
Leylak Dalım , bir de bakmışım staj bitti yazısını da yazmışım, bu zaman denen veledin eli fazla hızlı:) benden de iyi geceler, huzurlu uykular...
zaman nasıl geçiyor ve seninle nasıl gurur duyuyorum harika birşey yapıyorsun harika bir cesaret, bitirdiğin günleri de okuruz umarım
Merhaba:)
Keyifli bir blogun var, renkli ve okunası:)
Ben sana MSA ile ilgili birşey sormak istiyorum. Ben de yıllarını şantiyelerde geçirmiş biri olarak artık kendi cafemi ve hatta ve hatta butik otelimi açma hayalleri içerisindeyim. Yemek yemek ve yapmak konusunda da çok hevesliyim:) ve kendi işimi yapmak için profesyonelleşmem gerektiğini düşünüyorum? Ne dersin? Memnun kaldın mı MSA'dan.
aaa bitti mi? Staj yapacağın yeri çok merak ediyorum... Mutlaka yolum düşsün istiyorum... Bir gün senin , kendi mutfağın olsun istiyorum...
Nazlı Eray'ın kitabını almadım henüz... Ayşe Kulin'in son çıkan ikileme anı kitaplarıda çok güzelmiş... Valla bilmiyorum... Sonumuz hayr olsun:))
öptüm çok Zero yolun açık olsun...
Yelizcim sağol canım benim ya, içimden bir ses çalışacağım yerlerden birinde sizi çok keyifle ağırlayacağımı söylüyor. Arca'ya o yumuk parmaklarıyla yediği makarnalardan yapıcam ben:)) (Vimeo'da videosunu izlemiştim de hehe:))
Sevgili Kırmızı Bandana, öncelikle çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. Bu işe girmeden önce de profesyonelleşmek gerektiğini düşünüyordum ama içine girdikten sonra bin kere daha düşünüyorum. Çünkü dışarıdan algılanabileceği gibi sadece iyi yemek yapabilmekle alakalı bir durum değil restorancılık ya da otelcilik işi. Akla hayale gelmicek bin türlü detayı, prosedürü, sorumluluğu ve riski var, o nedenle el yordamıyla ilerlemektense profesyonelleşmek önemli. Evet ben MSA'dan memnun kaldım. En azından mutfağın temelinde öğrenebileceğimiz hemen her şeyi öğrendiğimzi düşünüyorum, ama bundan sonrası bizim çalışma arzumuza, hevesimize, becerimize ve tecrübemize kalıyor. MSA bir temel, ama üzerine çıkılması gereken çok kat var. kendi yerini açma düşüncesiyle gelen çok arkadaş var mesela, ama çoğumuz işin içine girdikten sonra en azından bir 2-3 sene bir yerlerde çalışıp tecrübe edinip öyle kendi mekanımızı açma fikrine yöneliyoruz çünkü tecrübenin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. MSA'nın profesyonel aşçılık sınıflarının yanında bir de işletmecilik bölümü var, kendi yerini açmayı düşünüyorsan ona da katılmayı düşünebilrsin. Ben maddi olarak ikisinde birden zorlanacağım için sadece aşçılığa gittim ama imkanım olsa ona da katılırdım. şimdilik söyleyebileceklerim bunlar. sevgiler:)
Sevgili Lale'm:) evet bitiyor... Ben yolunuzun düşmesini özellikle istiyorum, bir gün kendi yerim olursa sizi bizzat mutfağımın içinde de istiyorum:)) Kitaplar konusu fena... neye nasıl yetişeceğini şaşırıyor insan:)
Hacıbekir'in aynı zamanda oturulabilir bir yer olduğunu ben senin sayende öğrendim Zeren. Daha önce sadece lokum, şeker, vs. almak için girdiğim bir yerdi. Senden aldığım ilhamla ben de bugün bir arkadaşımla orada oturdum ilk kez. Gerçekten hoş bir mekan. Müdavim olduklarını düşündüğüm iki dirhem bir çekirdek bazı müşteriler de en az mekan kadar keyif vericiydi. Sayende yeni bir yer öğrenmiş oldum.
Sağolasın, sevgiyle kal...
Sevgili Işın, bak şimdi çok mutlu oldum:) hakikaten çok keyif aldığım bir makandır Hacı Bekir benim, aynı hissi alabildiysen ne mutlu bana, çok sevindim:)
Zerencim, mezuniyetini kutlamamız gerekiyor. Yani bahanesi bu olsun, özledim seni :)
yeni yeni kitap önerilerini listeme alıyorum.
öpüyorum seni...
Canım Brajeshwari, inan öyle aklımdasın ki, elbet kutlicaz, hiç kaçar mı böyle bir olay. bir tek şu projenin sunumunun bitmesini bekliyorum, iki hafta sonra sunumu da yapıp noktalıyoruz MSA'yı, proje son aşamasında resmen ter döktürüyor, yok maliyetlerdi, yok mimari çizimdi, menülerin basımıydı vs derken çok sıkıştım, şunu bir atlatiyim, en alasından yapıcaz kutlamayı:) ben de seni özledim arkadaşım, o güne kadar kendine iyi bak, ben de çok öptüm:)
Yorum Gönder