9 Ocak 2011 Pazar

Şeflerin Eminönü çıkarması, kestane ve dostlar...

İstanbul'da yaşadığını Boğaz'ın Haliç yakasına geçtiğinde hissedenlerdenim ben. Hayata dair saf gerçekliğin biraz olsun kırıldığı yerlerdir benim için Haliç bölgesi, Eminönü, Karaköy, Eyüp civarları. Büyü vardır, sihir vardır, nostaljiyle harmanlanmış bir 'an' vardır o sokaklarda, çarşılarda. Çay sadece çay değil, ruha ve bedene enerji veren bir şuruptur sanki; kahve sadece kahve değil, bedene şifa veren bir ilaçtır. Mısır Çarşısı'ndan yapılan baharat alışverişi sadece bir alışveriş değil, bir tutam ondan bir tutam bundan bir büyücülük sırrıdır. Gizli saklı labirent sokaklarıyla keşfedilmeyi bekleyen bir mahzen gibidir her yan. Rutubet kokulu, daracık bir dükkanın tahta raflarının üzerinde aklınıza hayalinize gelmeyecek mucizevi bir eşyaya rastlayabilir, o gün kendinizi hazine bulmuş gibi şanslı hissedebilirsiniz.

Cuma günü okuldan iki şef arkadaşımla birlikte kendimizi Eminönü mahzeninde keşfe çıkardık. Serin ama güneşli bir hava, girilip çıkılmayı bekleyen yüzlerce dükkan, şef adayı olmaktan mukabil nerde bir züccaciyeci, bıçakçı, meslek kıyafeti satan dükkan görse dalmadan duramayan ve bir dükkanda rastladıkları şef bıçaklarını görünce ağızlarının suyu akan biz üç yeniyetme aşçı, aç karınlar, arka sokaklardaki saklı mekanlarda doyurulan karınlar, mutfağa dair bitmeyen sohbetler, sorduğumuz sorulardan profesyonel olduğumuzu anlayan dükkan sahiplerinin "hanginiz aşçısınız" sorusuna "üçümüz deeeeeeeeeee" diye verilen coşkulu, gururlu cevaplar, gülüşler, kahkahalar, fotoğraflar ve elbette olmazsa olmaz vapur keyfi... İşte mis kokulu, pırıl pırıl cumanın kısa özeti. Üç arkadaş ayrılırken kendimize güzel bir İstanbul günü hediye etmiş olmanın teşekkürünü ettik birbirimize.

Üstelik çok istediğim makarna makineme de kavuşarak döndüm evime, dün gelmiş olan arkadaşlarıma ilk ürünlerini verecek olmanın sevincini de yaşayarak. İki hafta önceki makarna dersimizde bir kere daha gördüm ki hamurla aramdaki ilişki tarif edilemez boyutta keyifli. Ekmek hamuru, kurabiye hamuru, makarna hamuru, şeker hamuru vs hiç farketmiyor, ellerimin altında şekillenmeye hazır bir hamur olsun yeter.

Eminönü'nün ara sokaklarından birinde duvar kenarına tezgah açmış yaşlı bir amcanın sattığı ceviz büyüklüğündeki koca kestanelerde de aklımız kalmadı değil. Amcanın kestanelerine bakıp "amcacım ne kadar güzel kestane bunlar maşallah" deyince kendisinden "size de maşallah" diye cevap almak da ayrı bir komediydi tabi.

Yaratıcı, cesaretlendirici, yergiden çok şevk veren şeflerimizden Osman Bahadır Şef'in Food&Travel dergisindeki bu ayki yazısının kestane üzerine olduğunu bugün okumuş olmam şanssızlık, yoksa ben o kestaneleri hayatta kaçırmazdım. Kestanenin az bilinen üç kullanım şekline yer verdiği yazısını, kış aylarının vazgeçilmezi bu sebzeye sevdalı olanlar kaçırmasın derim.

Tüm cumartesi mutfaktan hiç çıkmadığım (hatta cuma gecesini de sayarsak 24 saati aşan bir süre) mucizevi bir gün yaşadım. Çok sevdiğim, çok özel konuklarım vardı. Eski dostlar... Bana son altı yıldır yaşadıklarımın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan, 'biten şeyler'in içinde 'bitmeyen şeyler' de olabileceğini kanıtlayan özel dostlar... Ne kadar farkındalar bilmiyorum ama benim için çok kıymetliler. Aralarından birkaçının bu satırları okuduğunu biliyorum, o nedenle bu satırlar bunu söylemenin bir vesilesi olsun.

Konukların maneviyatı böyle 'ağır' olunca hafta boyu o ağırlığa yaraşır bir menü hazırlama telaşı vardı bende de. Gece sonunda kaç kilo almış olabileceklerini tartıştıklarını düşününce sanırım hedefime ulaştım:) Aralarında kilo alması gerekenler olduğunu belirtiyim ki kötü bir arkadaş olduğumu düşünmeyin sakın:)

Tiramisu tadında giriş yaptığım haftasonu tatilimi, Yunanistan fatihi arkadaşımın hediyesi güzel bir Yunan şarabı ve yine çok sevgili bir diğer arkadaşımın [bu ikisi sevgili olur:)] şarabı tamamlayıcı 'gitarcı şaraplık' hediyesi nedeniyle şarap tadında noktalıyorum.

Her biri... İyi ki vardılar, iyi ki hep varlar...

7 yorum:

Ece Ekincioğlu dedi ki...

dün aklımda sen vardın, zeromem arkadaşlarına keyifle yemek hazırlıyordur dedim, takip ettim seni düşüncelerimle. sanki epeydir görüşmedik. makarna makinesi de alındığına göre, ıspanaklı bir tortelini isterim. ben çok kilo verim de:D

Işın dedi ki...

Eminönü ve Karaköy'ü İstanbul'un en güzel semtleridir benim için. Gittiğimde dünya değiştirmiş gibi olurum. Balık-ekmek, çay, kahve ve züccaciyeler vazgeçilmezdir. Gezmekle, keşfetmekle bitmez.

Hayırlı olsun yeni makarna makinesi. Ne güzel eski dostları bu lezzetlerle ağırlamak...

Eylem Kansu dedi ki...

o cuma günü hiç unutulmayacak kadar zevkli, heyecanlı ve renkliydi. kestaneci amcanın sattığı bi çeşit kavun olan, şimdi adını hatırlayamadığım meyvelerden almak, keşke yapsaydık dediğim ayrıntılardan. bir daha ki gidişimizde mutlaka tadına bakalım o meyvelerin.. o günün her anı çok güzeldi, bazı tatlar aklmda,bazılarının tadı damağımda kaldı... yine yapalım! yine yapalım! :)

pelinpembesi dedi ki...

keşke benim arkadaşım olsaydııınnn:))

zero dedi ki...

Ben de makarnaları yaparken seni düşündüm ecem, makarna makinem emrinize amadedir efendim:)) not: bu kilo yapmayan makarnalar yapan bir makine:))

Işıncığım kesinlikle ben de zamanın durduğunu hissediyorum oralarda. her yeri ayrı keyif... Yapılanlar bahane de, gerçekten insanın dostlarını ağırlaması kadar güzel şey yok:)

Eylemciiim, kesinlikle yeniden yapalım, yeniden yapalım, daha girilmedik onlarca dükkan, tadılacak onlarca lezzet var:) o kavunun adını ben de hatırlayamadım. keşiflerimiz devam edecek arkadaşım:))

zero dedi ki...

Buketcim bak belki de ilk adımını attık bile:)

pelinpembesi dedi ki...

İstanbul da - ne yazık ki- oturmuyorum.Ama fırsat buldukça geliyorum.İşte sen İstanbulu evime taşıyorsun..