3 Ocak 2011 Pazartesi

2011 model yazı

Nasıl oluyor o demeyin, ben de bilmiyorum. Öylesine geldi aklıma:)

Bir ince bellinin belini saran tavşan kanı bir bardak çay ısıtıyor şu an bugün çok üşümüş olan bedenimi. Okul dönüşü, yolu uzatıp vapura doğru vurdum adımlarımı. Beşiktaş'ta deniz kenarında bir parça İstanbul çektim içime. Deniz kenarında üfür üfür esti içime Boğaz'ın ayazı. Kapişonunu da başıma çekince içinde kaybolduğum paltomun altından bol bol baktım O'na, seyrettim. Seni o kadar seviyorum ki, 2011 aramıza hasretler sokarsa ne yapabilirim sence, bırakıp gidebilir miyim seni dedim. Verdiği cevap biraz su serpti yüreğime. Nereye gidersen git, ben hep burdayım, her zaman beklerim seni dedi. Velhasıl biraz konuştuk İstanbul'la.

Şimdi yanaklarıma yaslıyorum arada sımsıcak çay bardağını. Derinlerime kadar işliyor sıcaklık. Anlayacağınız 2011'in üçüncü gününde payıma bolca İstanbul, biraz yağmur ve biraz da üşümek düştü. Ha bir de minik ekmekçiklerin üzerine çeşit çeşit kanepeler hazırlamak... Mutluyuz, gururluyuz:)

Her yeni haftanın başında derse, şafak sayan askerler misali geri sayım yaparak başlıyor şef. Bugün itibariyle sadece dört hafta kaldı geriye. 27 Ocak'ta okuldaki finalimizi yapıyoruz, 3 Şubat'ta staj başlıyor. Tatatatam! Yeni bir heyecan, yeni bir süreç...

Hayatımın en keyifli yılbaşılarından birini geçirdim. Bu kadar keyifli olduğum bir günü tarihe not düşmezsem olmaz. Yanımda sevdiklerim, etrafımda çınlayan kahkahalar, müthiş huzurlu ve mutlu olduğum bir ev, tabağımda leziz yemekler, bardağımda en sevdiğim içki, saatler ilerledikçe kafası hoş olan bir Zeren, çakırkeyif kafayla sabaha karşı 4'te cenga ve tabu oynama komedisi (komedi bunun neresinde derseniz, 2 duble rakı, 7-8 şad tekiladan sonra oynamayı deneyin, görürsünüz:))

Ben yılbaşı gecesi kadar ertesi sabahı da çok severim. Yemek ve içki konusunda bünyeyi zorlayan bedenler, demlenmiş mis gibi bir demlik çayla kendine geliverir. Bizimki de öyle oldu vesselam. O çayın ilk yudumu boğazımızdan geçtiğinde hepimizin bedeninden bir oh sesi yükseldi. 2010'un son ayında "sıcak şarap, sıcak şarap" diye sayıklayan biz 'komedi dans üçlüsü'ne, 2011'in ilk günü verdi bu hediyeyi. Kadıköy'ün çok sevdiğim, 21-24 yaşlarımda çok sık gittiğim mekanlarından biri olan Trip'te tarçın, portakal kabuğu ve armut kokulu bir bardak sıcak şarap armağan ettik kendimize.


Giden yılın son haftalarında başucumda hep bir kitap eşlik etti bana. Şu derya-deniz blog dünyasının güzel ve özel kadınlarından biri tarafından hoş bir günün hatırası olarak "senin bu kitabı okumanı ve yazmanı çok istiyorum" diyerek armağan edilmiş bir kitap... Susamlı Halkanın Tılsımı...

Simit benim için çay demektir, değişmez ve olmazsa olmaz bir ezber gibidir bu ikili. O nedenle tıpkı simidi yerken olduğu gibi, şimdi hikayesini okurken de hep bir ince belli bardak eşlik etsin istedim zihnimden giren kelimelere. Her sabah 5.30'da başlayan maceramla evden ayrılırken de, akşam saat kaç olursa olsun eve varırken de o hep başucumda, bıraktığım yerde beni bekledi.

Bir yandan okuyorum, bir yandan Brajeshwari ile konuştuğumuz gibi kendi simit hikayelerimi düşünüyorum. Simidin benim için ifade ettiği anlam içinde, birikmiş o kadar çok anım ve hikayem var ki... 221 sayfalık bu maceranın sonuna geldiğimde bunları yeniden paylaşmak istiyorum. Bu yazıya başlamadan evvel okuduğum şu satırlardır şimdi bu kitaptan bahsetmemi zorunlu kılan:

"İnce belli", çayını "tavşan kanı" tabir edilen renkte görmek, avucunda müşfik sıcaklığını hissetmek, içine şeker atıp kaşıkla çevirirken musikisini yaşamak isteyen insanımızın tüm beklentilerini karşılayan bir buluştu.

Çay kaşığının musikisi... O kadar hoşuma gitti ki bu ifade. Her ne kadar 10 küsur yıldır çayı şekersiz içtiğimden bu musikiyi çıkartamıyor olsam da, şekerli içenler sağ olsunlar mahrum bırakmıyorlar bizleri:)

Yarın sabah kepekli tostumu bir günlüğüne boşuyorum. Yaşasın simit, peynir, çay üçlüsü!

9 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Ah günlerdir nasıl simit çekiyor canım ama izin yok. Benim gibi simidi açken, tokken, sabah, akşam, öğlen, ikindi her an yiyebilen birisi için Ankara simidi kokuları arasında yiyemeden yürümek ne zor bilsen. Diyet gevşediğinde ilk ağzıma atacağım şey simit olacak:))
Yarın benim yerime de ye olur mu:))
(Laf aramızda bu kilolara da okuldayken acıktıkca yakındaki fırından torbayla aldığmız simitler sebep oldu:))

Işın dedi ki...

Çayın demlenmesini beklerken altta yeni kaynayan suyun çıkardığı, hafif bir çıtırtıya benzer bir musiki vardır bir de. Ne tesadüf bu soğuk günde az önce ben de bu sesi düşünüyordum keyifle. Çayla ilgili her şey keyif verir zaten.

Kitabı ben de bir kaç hafta önce aldım. Çay ve simit eşliğinde keyifle okumak dileğiyle...

Brajeshwari dedi ki...

Zerencim
gecenin 2'sinde kalkıp, senin bloguna girmemin bir tesadüf olmadigi simdi belli oldu:)

Kitaba başlamana çok sevindim. Simtci gördüğümde, simit kokusu duyduğumda sen aklıma geliyorsun o günden beri :)

İnce belli çayın, simit-peynir ile eşliğinde içinden geçen herşeyi ve kalbinin sesini susamlarla paylaşman dileğim...Şekersiz içtiğin çaya en güzel muzik kalbinden geçenler olacaktır sanırım..

Buluşalım, özledim..

Nehire dedi ki...

Yazın bir yudum çay gibi yüreğimi ısıttı,teşekkürler.Sevgiyle kal...

nehircce dedi ki...

Bende 10 küsür senedir çayı şekersiz içiyorum :) ama eğer vapurda isem ve elimde de bir simit varsa çayıma bir şeker atıyorum inadına, sadece o zaman :) sevgiler.

laleninbahcesi dedi ki...

az kaldı bu kitabı seçiyordum senin için az kaldı:)
Simit ve çay benim için vaz geçilmezdir... Sabahları Gamse giderken kocam hiç üşenmez çıkar, simitçi fırını var bizim burada , sıcacık simitleri alır gelir ... daha kapıdan duyarım kokusunu.
Çok öptüm Zerooo

Zeynep Şeker dedi ki...

Zerencım yazını okurken resmen ıcım ısındı :)

Ece Ekincioğlu dedi ki...

komedi dans üçlüsünü seviyorum!

Defne Soysal dedi ki...

Sevgili Zeren, Ben de gecikmiş te olsa bir teşekkür etmek istedim.Yeni yıl kartını aidım.Yeni yıla ilişkin yazdıkların, dileklerin ne kadar hoş.Bu enerjin hep dolu dolu olsun içinden yaşama sevinci hiç eksilmesin.Kucak dolusu sevgiler