
Bir insanın belli bir yerli olduğunu söyleyebilmesi için illa da orada doğup büyümüş olması gerektiğine inananlardan değilim ben. İnsanın bir yere ait hissedebilmesi için kendini oralı hissetmesi, kültürünü, dilini, hayat felsefesini, coğrafyasını, ruhunu anlamaya çalışması yeterlidir benim için. Hal böyle olunca iki cümlesinden biri Kore olan, Koreli çocuklardan hoşlanıp neredeyse sadece Kore filmleri ve dizileri izleyen, yavaş yavaş dilini anlamaya başlayan, Seul ruhunu belki bir Seullu'den bile daha derinden kavramış, kendine de Suchii diyen, üstelik de harbi bir Koreli gibi çekik gözlere sahip olan bir insan, İzmir'de doğup büyümüş olsa ne fark eder, benim için Koreli'dir, ötesi yoktur:)
Günlerdir projenin vücudumda yumurtladığı stres ve heyecan toplarını patlatabilmiş olmanın huzuruyla yeniden feraha kavuşan bünyemi Kadıköy Çarşısı'nda Hacıbekir'de yenen iki adet kaymaklı lokumla ödüllendirmek ve üşüyen bedenlerimizi eve attıktan sonra aldığımız on küsür filmden hangisini izleyeceğimizi düşünmek... Andan keyif almaksa hayattaki tüm mesele, keyif bu anlarda ve yanımda bana eşlik eden dostlarda toplanmıştı zaten. Hele de bir de bu dostların Koreli olanından kitapçıda dolaşırken gördüğü anda beni anlattığını düşündüğü için resimde görülen Aşk Yemekleri defterini "bu defteri en güzel aşk yemeklerinle doldurmanı ve en kısa zamanda da o yemekleri yapabileceğin aşkı bulabilmeni diliyorum" cümlesiyle hediye almak... Minik şeytanlarım seninle Kore'ye gelmemi söylemiyor değil Suchim, bilmem ne dersin?:)
İşte bunun için bir neden daha... Güney Koreli bir yazar ve onun romanından uyarlanan bir film...
2009'un Ekim ayında tanışmıştım Kazuo Ishiguro ile. Beni Asla Bırakma ile tanıtmıştı bana kendini. Çok sarsıcı bir tanışmaydı. Yıllar içinde beğenip etkilendiğiniz pek çok kitap olabiliyor ama her satırıyla köklerinize kazınan, derinden etkilediğiniz kitapların sizdeki yerini başkalaştırıyorsunuz. Beni Asla Bırakma benim için böyle bir roman olmuş ve o günlerde de benden böyle cümlelerin dökülmesine neden olmuştu.
Beni Asla Bırakma'yı bitirdiğim günlerde etrafımda bu romanı okumuş olan biri olmasını ve kitap hakkında konuşabilmeyi o kadar çok istemiştim ki, kitabı o zamanki erkek arkadaşıma vermiş, okuma sürecini heyecanla ve merakla izlemiş, beklemiştim. Benzer bir süreci Ecem'in okuma macerasında da yaşadım geçenlerde ve bu sürecin sonunda bir ödül daha bekliyordu bizi. Beni Asla Bırakma'nın (Never Let Me Go) Mark Romanek imzalı filmi de kitaptan sonra beyaz ekranda bizi bekliyordu. Günler öncesinde fragmanını izlediğimde sıradan bir kitap uyarlaması izlemeyeceğimi düşünmüş, Leylak Dalım'ın bu yazısı üzerine de neredeyse emin olmuştum.
Evet, Hacı Bekir sonrası gecenin filmi Beni Asla Bırakma'ydı. Bu film de, kitap da üzerine çok fazla şey söylenesi kitap ya da filmlerden değil. Bunu özellikle kitabı okumak isteyenler için yapmak haksızlık olur. Çünkü romanda konu ve kurgu her bölümle katman katman bir gizem perdesi olarak aralanıyor; tedirginlik ve merak artan bir gizemle üzerinize bulaşıyor. Filmde, kitapta çok yoğun bir şekilde hissedilen gizem ve merak duygularının olmadığını söylemeliyim. Konu, hemen filmin başlarında izleyiciye açıklanmış. Bu, kitabı okuyan biri olarak benim için eksiklikti ama yine de çok başarılı bulduğum bir uyarlama olduğunu söylemeliyim.
Kore sevdalısı bir arkadaş, Koreli bir yazar ve onun romanından uyarlama bir film... İstanbul'da Kore günleri diye buna denir sanırım:)
Not: Ezgi Hanım'ın uyarısıyla Kazuo Ishiguro'nun Koreli değil Japon olduğu gerçeğini öğrenmiş bulunuyorum. Nedense bünyem kendisini Koreli olarak kabul etmiş ve Japon olduğu gerçeğini kabul etmiyor. En azından bu yazıdan yanlış bilgi edinilmesin diye 'gerçeği' yine de buraya not ediyorum.