12 Ekim 2010 Salı

Şerefe!

Uykumun arasında açık kalmış televizyondan kulağıma çalınıyor "Vedat Milor gitti, yedi, içti ve yazdı. Akdeniz Lokanta ve Şarap Rehberi, İtalya... NTV Yayınları imzalı... Tüm kitapçılarda!" Uyku sersemi duyduğum cümleler bunlar... İçimdense senkronize bir şekilde şunu söylüyorum "Hala alamadın gitti Zeren bu kitabı. Bu kadar da meraklısın güyya İtalya'ya, şaraplara... Yarın ilk işin olsun!"

Yarın oluyor ama ilk işim yine bu olmuyor! Bir kitapçıya uğrayacak fırsatı bulamıyor ve 'ilk fırsatta' dediğim belirsiz bir zamana erteliyorum bir kez daha.

Ve tüm bu ertelemelerin, fırsatsızlıkların da bir nedeni olduğunu gösterdi yine hayat bana. 30'una adım atmak üzere olan ufak(!) bir kız çocuğunun ellerine pazar akşamı doğum günü armağanı olarak bırakılan güzel bir kitapçı paketinin içinden fırlayıverdi, uykumda bile almam gerektiğini kendime söylediğim bu kitap.

Güzel arkadaşlarım var benim. Düşünceli, samimi, candan... Aslı Çarşamba günü olan doğum günümü birlikte kutlayamayacağımız için pazar günü hep birlikte organize olmuşlar ve güzel bir film keyfi sonrasında süpriz yaparak öncelikle varlıklarıyla mutlu etmenin hediyesini verdiler bana. Sonra da rengarenk torbaların içinde kendi düşünceli hediyelerini...

İşte bunlardan biriydi Vedat Milor'un Akdeniz Lokanta ve Şarap Rehberi-İtalya. "Biz sana bunları hediye ederek kendi geleceğimize yatırım yapıyoruz" diye espiriyi patlattı Ari. Birlikte tadacağımız, pişireceğimiz lezzetlerin hayali uçuştu o an hepimizin kafasında, kimileri söze döküldü hatta. Bense bilmeye, öğrenmeye aç, dolanmak istedim hemen kitabın satırlarında. Karıştırdım sayfalarını rastgele. Önsözdeki samimi ifadelerini okudum Vedat Milor'un. Sonra sofrada uzun bir Vedat Milor ve yemek muhabbeti açılıverdi. Farklı damak tatları, farklı beklentiler, yeniliklere açık olma, olmama...

Vedat Milor, pek çok insan gibi yazılarından önce televizyon programıyla tanıdığım bir isim oldu benim de. Zaman içinde izledikçe ve okudukça da saygımın arttığı, bilgisini ve fikirlerini önemsediğim bir isim... Samimi ve dürüst yaklaşımıydı sanırım her şeyden önce önemseten. Restoran reklamı yapma amaçlı bir program yapmıyor olmasıydı. Lezzetin peşinde koşan ve onu yakalayamadığı anda da ne kadar fiyakalı bir restoranda da olsa bunu paylaşan bir isimdi. Çok lüks bir lokantada da beğendiği şeye gösterdiği hürmet aynıydı, son derece salaş bir esnaf lokantasında da.

Peşinde koştuğu şeyin salt yemek olmadığını, bir hayat tarzı olduğunu hissettirdi hep bana. Yemeğin sanattan farkı olmadığını, nasıl bir sanat eserinden zevk alınırsa yemekten de benzer bir hazzın beklenmesi gerektiğini, iyi bir yemeğin hayattan alınan hazzı arttıracağını tüm samimiyetiyle hissettirmesi... Üstelik bunun için illa ufak bir servet ödemeniz gereken yemekleri yemenizin de gerekmediği, çok sıradan ufacık bir esnaf lokantasında da o hazzı yakalayabileceğiniz gerçeğini yansıtması, tek bir şartla... İşinin ehli ve yaptığını iyi yapan bir yer olması şartı...

Kitabında da benzer samimiyeti yakalayacağımı tahmin ediyordum ki yanılmamışım. Üstelik bu yaşam tarzının satırlara dökülmüş halini okuyabilmek de büyük keyif oldu. Neden İtalya sorusunun cevabı, kendi hayat görüşünü de anlatan şu satırlarda gizli aslında:

"Globalizasyon denen girdabın içine düşmüş ve içini hırs bürümüş bizler hayata daha çok 'varmak istediğimiz son nokta' açısından yaklaşırız. Maddi güç, iktidar vs. Düz bir yolda ilerlerken önümüze çıkan engeller keyfimizi kaçırır, moralimizi bozar ve bazen hastalanmamıza yol açar. Bu arada yaşadığımız 'an'dan da pek keyif almayız çünkü kafamızda hep nihai amaç vardır ve etraftaki güzellikleri algılama yeteneğimiz biraz körelmiştir.

İşin kötüsü o nihai amaca ulaşsak bile onun zevkini çıkaramayız çünkü onun yerine hemen yeni bir amaç geçer ve aynı stres dolu süreç yeniden başlar.

İtalyan tarzı hayat bunun tersidir.

Önemli olan nihai amaç değil, süreçtir. İnsanlar süreçten zevk almayı yani etrafındaki her şeyden güzellikler üretmeyi bilir. Yaşanan her an bu açıdan başka bir amaca yönelik bir araç değil, nihai amacın ta kendisidir.

...Daha da anlamlısı bu yaşam tarzını cömertçe 'paylaşma'. Akdeniz yaşam tarzı bu anlamda son derece demokratik çünkü güzellik ve yaşam sevgisi bulaşıcı. İtalyanlar bir masada yalnız yemek yiyen bir turist görünce bile dayanamaz ve onu masalarına davet ederler. Manzaralı lokantalarında en güzel masalara kendileri oturmaz, onları turistlere bırakırlar. Kendileri de daha çok gruplar halinde ve genellikle üç kuşak bir arada yemek yer ve ortaya gelen her yemeği paylaşırlar."

Kitap pazardan beri elimden hiç düşmedi. Paylaşılması gereken o kadar keyifli anektotlar var ki... Bölge bölge ilerlediği kitapta her şehrin yemek-lokanta-şarap kültürüne giriş yapmadan o bölgeyle ilgili keyifli anılarını da paylaşmış Milor. İçlerinde gülümseten, düşündüren, keyiflendiren bir dolu an mevcut.

Örneğin Roma yazısında anlattığı bir anısında geçen konuyu düşünmeden edemiyorum. Biri İtalyan, biri Amerikalı iki arkadaşıyla Roma sokaklarında dolaşırken 'şehirlerin efsunlu kelimeleri' üzerine konuşuyorlar. İtalyan arkadaşı her şehrin, o şehri tanımlayan efsunlu bir kelimesi olması gerektiğini söylüyor ve Amerikalı'ya soruyor "New York'unki ne sence" diye. Kadın "başarmak" cevabını veriyor. "Başarıya şartlanmış bir kültür bizimki. Winner'lar ve loser'lar, kazananlar ve kaybedenler diye insanları ikiye ayırırız. Herkes başarmak ve kazananlar arasına girmek ister. Para, mevki, aşk, spor..."

Bunun üzerine dayanamayıp Roma'nın kelimesini soruyor İtalyan arkadaşına Vedat Milor ve tek bir kelimeyle "seks" cevabını alıyor ondan. "Bizim için bir oyun gibidir seks" diyor "Onu aramak, bulunca bir tartıdan geçirmek, bazen kabul etmek, bazen ise reddetmek... Dediğim gibi en eğlenceli ve hayatta hepimize en haz veren oyundur seks."

Bense bu satırları okuduğumdan beri İstanbul'un efsunlu kelimesini düşünüyorum. Ve yine gidip gelip son zamanlarda sürekli takıldığım bir kelimeye çarpıyor zihnim... Tutku... Bu şehirde kafamı nereye çevirsem tutku zerreciklerine rastlıyorum. Kavga eden minibüs şöforlerinin tartışmasında tutku var. Deniz kenarında öpüşen çiftin dudaklarında da... İyi olanı da kötü olanı da besliyor bu şehrin tutkusu.

Peki ya sizce? Sizce bu şehrin kelimesi ne?

9 yorum:

nihalasli dedi ki...

Vedat Milor izlemekten hoslandigim bri programci.Mehmet Ya$in daha samimi gelir uslup olarak bana.Vedat Milor un belki bu kadar uluslararasi bir agiz tadi olmasi uzaklik hissi doguruyor bende:) ki aslinda damak tadi yeni tatlara cok acik birisiyimdir ve bir cok farkli tada asinayimdir.Ama iste samimiyet hissi herkeste farkli;)
Samimiyetten bu kadar bahsetmisken istanbul icin samimi bir sehir diyebilirim;)Samimiyet aciliyor diger kelimelere zaten bence.. Seks ile sinirlandirmanin ya da basari ile tekduzelestirmenin otesinde bir sey samimiyet;)
Sevgiyle

cometa dedi ki...

kitabı erkek arkadaşımı uzun uzun beklediğim bir gün d&r 'da almıştım elime. vedat milor için düşündüklerimi bire bir yazmışsın, ne güzel anlatmışsın.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Zerenciğim,
Vedat Milor'u, programlarını çok severim. Yazdıklarını ilgiyle okurum. Senin kitapla ilgili yazdıklarını okurken, bir an şaşaladım. Biliyor musun neden?
Çok ilginç! :)
Şimdi sinemalarda oynayan Ye Dua Et Sev'in kitabını yazın okumuştum. Onun İtalya bölümünde aynen böyle bir episod var. (Evde kitaba bakıp, sayfasını da yazacağım sonra.)
Orada insanların kelimesi olduğundan sözedilirken, şehirlere geçiliyordu. Aynen anlattığın gibi, Roma'yı tanımlayan kelime olarak sekste karar kılınıyordu.
Rastlantının böylesi...
:))

Ordanburdanhayattan dedi ki...

ne güzel, iç sesini duyan dostlarının olması. Ben de Vedat Milor' u çok beğenirim, kitabı mutlaka alacağım

laleninbahcesi dedi ki...

İki üç yıl önce Bodrum2da kitapçıları gezerken, iki yemek kitabı almıştım... Kitabı bulayım sana adını hemen yazacağım... Bir aşcı değil yazar, bir yazar bile değil. Ama bir yemeğe gittiğinde hep evin hanımıyla yemek üzerine konuşurmuş... Bir yemek kitabı yaz demiş arkadaşları. O da hikayeli falan bir yemek kitabı yazmış.. Bir gün Ahmetler gelmişti şunu pişirdim ya da bir akşam bi arkadaşta şu yedim... ya da yolda minübüs bozuldu yapılmasını beklerken şurada şunu yedim gibi. Nasıl hoş bir kitaptı anlatamam. Ege mutfağı ve otları ile ilgiliydiler. Ama kitaplığımda bir şey artık ha deyince bulunmadığı için bulamadım:)

Ben senin mutfak hikayelerini bekliyorum sabırsızlıkla.
Bu şehrin kelimesi benim için her zaman '' TILSIM'' dır.

Doğum günün kutlu olsun nice sağlıklı yaşlara yıllara... hep tutkulu, tılsımlı, hep lezzetli, hep filmli hep kitaplı olsun... hep sevdikler arasında olsun.

Sevgilerimle

cazkedisi dedi ki...

hem yazdığınız konular ilginç, içerikleriniz doyurucu,hem de yazı üslubunuz samimi, sıcak ve doğal.

tebrikler!

bu arada ben de ekmekçikız'ın yazdığını yazacaktım, ye, dua et, sev kitabında da böyle bir bölüm var, başrolünü julia roberts'ın oynadığı, kitaptan uyarlanan filmde de böyle bir sahne var :)

www.macerakitabim.com dedi ki...

Ben İstanbul'u yorucu olmakla tanımlayabilir ,belki de suçlayabilirim gibi geliyor.Dünya üzerindeki enerjisi yüksek şehirlerden biri olarak tanımlanmasına rağmen,ben heralde negatif bir enerji bu diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Kaostan beslenen,bir kızmaya görsün insanı duvardan duvara vuran bir şehir:))
Ama çok güzel yazmışsın,doğumgünün çok ama çok kutlu olsun,yaşadığın her kötü an arkanda kalsın,varlıklarıyla seni mutlu kılan arkadaşların yanından hiç eksik olmasın..Otuzlu yıllara hoşgeldin:)

zero dedi ki...

Sevgili Nihalaslı, Mehmet Yaşin'i ben de severim ama onda eleştirdiğim daha doğrusu beni biraz iten bir nokta var, o da her şeyi beğeniyor olması, o nedenle onun programında biraz daha fazla reklam havası seziyorum. Vedat Milor da ise en sevdiğim özellik bu. En şıkır şıkır 5 yıldızlı restoranda bile adamın suratına bu olmamış ya da şarap menünüz klasınız yanında çok zayıf kalmış diyebiliyor. Yoksa Vedat Milor biraz daha aristokrat, Mehmet Yaşin ise biraz daha halk insanı ki ben bu durumda kesinlikle kendimi ikincisine yakın hissederim... sevgiler benden:)

Sevgili Cometa, kitap içindeki restoranları gidip görmedikçe, o lezzetleri tatmadıkça tabi ki çok fazla bir şey ifade etmeyebiliyor ama Vedat Milor'un şehirlerle ilgili de yazdığı o kadar hoş öyküler ve anılar var ki, bir nevi gezi ve gastronomi kitabı olarak da okuyorum. gerçekten çok keyifli...

Sevgili Ekmekçikız, filmi ben de izledim. Gerçekten doğru ama şöyle bir şey var, sanırım Roma'nın seks kelimesiyle iliştirilmesi ne Vadat Milor'un kitabında anlatılan anektotla ne de sadece filmdekiyle sınırlı. sanırım bu tüm Romalıların bildiği ve şehirleriyle ilgili telefuz ettikleri bir durum. Çünkü Vedat Milor'un İtalyan arkadaşı bunu "Biz Romalılar böyle deriz" şeklinde anlatıyor:))

Yasemincim kesinlikle tavsiye ederim, bir gün yolu İtalya'ya düşecekler için mükemmel bir klavuz...

Sevgili Lale, kitabın adını bulabilirsen muhakkak bekliyorum. Çok keyif alıyorum biliyorsun benzer kitapları okumaktan. Tılsım gerçekten güzel bir kelime bu şehir için. zaten sanırım o tılsım bu kadar zorluğuna rağmen bizleri burada hala tutuyor olan. Ayrıca güzel dileklerin için çok teşekkür ederim. Yeni bir yaşa dair benim için dilenebilecek en güzel dilekleri dilemişsin, çok teşekkür ederim:))

Cazkedisi, çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. Evet filmi izledim ve ben de farkettim ama dediğim gibi sanırım bu durum bütün Romalıların kendi şehirleriyle ilgili paylaştıkları ortak bir kelime:)

Özlemcimm özellikle çalışan ve her gün trafikle boğuşmak durumunda kalan insanlar için bu şehrin çileden fazla bri şey ifade etmediğini biliyorum. bir dönem ben de öyle bir süreçten geçtim. İstanbul benim için sadece dert, tasa, sıkıntı, trafik demekti. Sonra biraz yüzümü pozitif yanlarına çevirmeye çalıştım. Hep onlara motive ettim, keyiflerini öne çıkarmaya çalıştım. o zaman benim için de daha iyi olmaya başladı her şey. Ayrıca çok teşekkür ederim canım tüm güzel dileklerin için ve tabi ki hoşbulduk:)) sevgiler

nihalasli dedi ki...

haklsiniz;) vedat milor daha gercekci bu anlamda .