15 Şubat 2012 Çarşamba

Gri...

İstanbul'da soğuk ve ıslak bir gece. Elimde şemsiye, omzumda içindeki kitap ve defter fazlalığından iyice ağırlaşmış çantam, aklımda son sayfalarını okumakta olduğum İnci Gibi Dişler... Kendimi otobüsün sıcak ama sıcaktan da öte kuru koltuğuna atıp Millat'ın, Macit'in, Irie'nin hikayesinin akıbetini öğrenme derdindeyim.

Tarih 14 Şubat'ı gösteriyor ama memleketimin sevgi pıtırcıkları soğuktan kendilerini kapalı yerlere atmışlar besbelli. Saat hafiften gece yarısına yaklaşıyor olmasına rağmen günün anlam ve önemine bakınca sokaklar beklediğimden boş.

Şu otobüs bir kere beni şaşırtsa da bekletmeden geliverse diye sitemkar cümlelerle, ayaklarım buz kese kese yarım saate yakın bekliyorum durakta. Beklemeyi kıymetli kılmak için takıyorum kulağıma kulaklıkları, önce telefonda şöyle bir sosyal medya turu...


Sevgililer Günü geyiklerinden o kadar kafam ve kalbim bulanmış durumda ki, içimdeki sevebilme gücümü tüm bu yapaylıktan ve vıcık vıcıklıktan korumak için pamuklara sarıp saklama ihtiyacı duyuyorum. Ben böyle dedikçe kimisi sanıyor ki sevgililer gününe çamur atarak kendini bir şey sanan ukalalardan biriyim.

Halbuki çok gerçek sevgiler görerek büyüdüm ben. Büyüdüm ve yine çok gerçek sevgiler görerek yaşamıma yaş katıyorum ben. Hal böyle iken içinde sevgi olan bir güne prensipte nasıl karşı olabilirim? Ama sadece bir ay kadar önce, sevgilisine attığı tokadı anlatarak beni dehşete düşüren bir aşçı arkadaşımın, dün için sevgilisine aldığı çiçeği öve öve anlatışına şahit olup üstüne bir de almayanları ciddi ciddi kadın ruhundan anlamamakla suçlaması ve türevleri şeklinde çoğaltılabilecek yapay, yapmacık, içi boş, şekilci sevgileri görünce... Sadece birkaç saat önce arkadaşımla oturmuş bir iki kadeh demlenip sohbetin dibine vurmuşken yan masaya 'Sevgililer Günü Zoraki Çiftleri'nden birinin çöreklenerek sevgililer gününde yemeğe çıkmamaları durumunda ilişkilerinin göreceği hasarı tartışmalarına şahit olunca... Bazen insanın sadece midesi değil, kalbi de çok fena bulanıyor gerçekten.

İşte tüm bu keşmekeşin içinden hasar almadan günü bitirme derdinde otobüs beklerken çok sevgili ve çok da kıymetli bir arkadaşımın paylaştığı bir videoya şahit oldum. The American Beauty filminden bir sahne... Video İngilizce, merak edenler bu linkten izleyebilir ama ben izlediğim şeyin ötesinde bir anda bambaşka yerlere gidiverdim. Bir insanı düşündüm, tek bir insanı. Ve dedim ki...

Bazı insanlar sevmeli. O kadar kıymetli bir şey taşıyorlar ki içlerinde, kesinlikle sevmeliler. Hani hak ettikleri o sevgiyle olur da karşılaşamazlarsa sanki tabakta kalan yemeğin çöpe gitmesinin yazık olacak olması gibi yazık olur, günah olur, haksızlık olur, ziyan olur. Öyle işte, öyle... Olmasın, hak eden sevgiler ziyan olmasın.

Böyle biten bir gecenin sabahı, çatılarda gördüğüm beyazlıkla başladı yeniden. Gri bir gökyüzü, yağıp yağmamakta tereddüt eden kar...

Ben griyi sadece gökyüzünde seviyorum sanırım. Yeryüzüne inip ruhuma çöreklenmeye kalkışınca olmuyor pek. Lakin bu aralar durum biraz bu. Hal böyle olunca cin çıkarma seansları gibi griyi dağıtma törenleri düzenliyorum ben de kendi çapımda. Tören yerim gayet tabi ki mutfak. Havalar bu kadar soğukken mutfak büyücülüğümü bana en çok hissettiren şey çorbalar... Doğra doğra, at tencerenin içine. Sonra da olabildiğince karıştır, ta ki dumanlar tüte tüte kaynayana kadar. Yüzde yüz garantili ve düşük maliyetli bir terapi önerisi.

Mesela bir mantar çorbası nelere kâdirdir, hemen anlatayım:

Bir: Ruhuna daral gelmiş aşçı (o ben oluyorum) mantar doğramaydı, soğan kavurmaydı derken bir anda eski neşesine kavuşabilir.

İki: Son aşamada çorbaya atılan sarımsak ve nane ikilisinden çıkan muhteşem koku, en hoşlaşmadığınız komşunuzu bile dize getirir. Ertesi sabah asansörde size taparcasına baktığına şahit olabilirsiniz. (- Siz aşçı mıydınız? - Hımm evet!:S)

Üç: Bir de damağınız bayram eder tabi ki. E bir çorbadan da daha fazla şey beklememeli insan!:)

Her seferinde diyorum ben gerçekten doğru meslek seçmişim:)

8 yorum:

İstanbul istasyon dedi ki...

seçimlerimizin hep doğru olması dileğiyle Zero kız :)

gözde dedi ki...

Canım aşçım benim. Yazdıklarına sonuna kadar katılıyorum.Sevgide şekilciliği sevmiyorum.Çok basit geliyor. Bi çorba nelere kadirmiş walla ellerine,yüreğine sağlık:)
Sevgilerimle Gözde

A-H dedi ki...

mantar corbasina sarimsak ve nane mi?? Ilginc ve cekici geliyor kulaga. Birde tam tarifini verseydin ne guzel olurdu zero :) benim gibi mantar corbasi delisine azicik ucundan koklatmak olmus bu sadece :)

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Zerencim aldın götürdün beni yine hem eğleniyorum hem düşünüyorum yazdıklarını okurken ama en çok da kendimden birşeyler buluyorum hem neşeli hem hüzünlü bu kelimeler arasında...
Bu gece kar geliyormuş, beklemedeyim ya sen:)))

Çileksuyu Sibel dedi ki...

Kremali mantar corbasi mi Zerocum,cokk severim,corba yapmayi da...at karistir,nasil rahatlatici her seferinde...

Bu sahne benim de aklima yazilanlardan,ama torba degil de yapraklar.O sahneden sonra ben ruzgardan korkmaz ,sadece sayesinde ucusan,dedigi gibi dans eden yapraklari gorur,ruzgardan gerilmez olmustum:)

zero dedi ki...

Sevgili Serhat, bu güzel dileğin üzerine başka ne denir?:)

Gözdecim, çorba deyip geçmemek lazım, Kış aylarında başımın da soframın da tacı olur kendileri:)

Canım A-H, sen istersin de vermez miyim? Yalnız bu kremalı mantar değil, sütle yapıyorum ben, o yüzden de sarımsak ve nane inanılmaz güzel gidiyor. Çok basit kısaca yazıyorum. çok minik şekilde yemeklik soğanları doğruyorum, az biraz zeytinyağında çeviriyorsun onları. Sonra mantarlar... istediğin çeşitte mantar, sana kalmış. boyutunu da dilediğince doğra. ben biraz ağza gelmesini severim, o yüzden çok ufak doğramam. onları da soğanların üzerine atıp kavuruyorsun. iyice kavrulup renk aldıklarında yaptığın miktara göre 1 ya da 2 çorba kaşığı un atıp yine kavuruyorsun. un çorba biraz kıvam alsın diye, krema da olmadığı için... un kokusu olmasın diye bir 3-4 dakika kadar kavur. sonra üzerine yarı yarıya oranlarda süt ve su döküyorsun. yarım litre sütse yarım litre su şeklinde. un topak topak olmasın diye çorba kaynayana kadar karıştır sürekli. ve işte en son altın vuruş. bu çorbayı muhteşem yapan zaten bu son nokta. kaynadıktan sonra çorba, dövdüğün sarımsakları ve biraz naneyi aynı anda çorbaya atıyorsun. o aşamada öyle bir koku çıkıyor ki olağanüstü:) iki dakika da o şekilde karıştır, tamamdır. ha bu arada unuttum, tuz ve karabiber takviyesi zevke kalmış. durum budur yani:)

Nathaliecim, nasıl beklemem, beyazlıklar içinde uyandım yine:)

Sibelcim, kremalı mantar çorbasını da severim ama bu sütle yaptığım. zaten sarımsak o yüzden yakışıyor, kremalı da güzel gideceğini sanmıyorum... sahne çok güzel bir sahne.. kadercilik anlamında demiyorum ama aslında hayatlarımıza bakarsan o rüzgarda savrulan torbadan, yapraklardan ne farkımız var? bir o yana, bir bu yana... :) sevgiler çok...

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

Zerencim, özlemişim yazılarını okumayı. Yoktum bu aralar...
Sevgi herkese yakışmıyor, çok acı ama öyle... taşımayı bilmeyenler için bu sözüm

A-H dedi ki...

zero birtanesin ;)
ilk firsatta deniyorum bu tarifi :))