23 Ağustos 2011 Salı

Bu bir veda yazısıdır!

Çocukluğumun tüm yazları Ören'de geçti benim. Doğduğum değil, ama yaşadığım yerdi, suyunu içtiğim, toprağından beslendiğim, günbatımlarının ışığında ilk aşkımın arkasından ağladığım, aile sofralarında çokça kahkaha, az hüzün, bolca huzur biriktirdiğim... En güzel anılarımın biriktiği yer, kan bağı değil, gönül bağıydı, tam da bu yüzden memleketimdi. Nerelisin dediklerinde yüreğimden geçen yerdi.

Nice manzaralar gördüm bu yaşıma kadar. Olağanüstü günbatımları, yakamozlar, sarımtrak gündoğumları... Ama Ören sahilinde kumların arasına ayaklarımı saplayıp karşıma tüm ihtişamıyla Kaz Dağları'nı almak ve tam arkasından batan tupturuncu bir topa dönüşmüş güneşi izlemek... Bunun yerini tutan hiç ama hiç olmadı.

Doğa, işini hepimizden daha iyi bilir. Gün nereden doğarsa daha pırıltılı olur, güneş nereden batarsa ihtişamıyla nefes keser, herkesten ve her şeyden iyi bilir. Edremit Körfezi, Kaz Dağları gibi bir doğal güzellikle taçlanır da, güneş nereden batması gerektiğini bilmez mi? Ben, hayatında sadece bir kere değil, yüzlerce kere o olağanüstü büyüye şahit olmuş şanslı bir insanım. Güneşin milim milim Kaz Dağları'nın arkasında kaybolmasını izlerken gökyüzünü turuncunun onlarca farklı tonuna boyamasıyla nice anılar biriktirdim. Dostlarla atılmış kahkahalar da var o günbatımlarında; denizden, dağlardan ve güneşten almak istediğim huzur da; sevgiliyle el ele olmanın aşkı da; aşkın gidişiyle çekilen acı da...

Sonra annem ve babam Kaz Dağları'nın o muhteşem köylerinden birinde, yaşadıkları tabiatın huzuru yüzlerine yansımış güzel dostlar edindiler kendilerine. Böylece bizim sahil kasabasından izleyerek hep karşıdan ihtişamına tanık olduğumuz Kaz Dağları'na o büyülü yolculuklar başladı. Mis kokulu köy tereyağları, parmakları unun rengine bulanmış pamuk kadınların ellerinden çıkma gözlemeler, daha lezzetlisinin hiç içilmediği tavşan kanı çaylar... O topraklarda yenip içilen her şeyin içine doğanın güzelliği sinmiş olduğundan olsa gerek, başka hiç bir lokmadan, hiç bir yudumdan o dere kenarlarından aldığım keyfi ve lezzeti almadım.

Kaz Dağları bir masaldır. Yıllarca hep karşıdan izlemişken sonradan içine çekildiğim, adeta Alice Harikalar Diyarı'nda Alice'in o sihirli kapıdan geçmesi gibi bir anda içine düşüverdiğim bir masal... Turist sıfatıyla gelenlerin kesinlikle bilmediği, sadece orada yaşayanların gizine vâkıf olduğu ışıl ışıl göletlerde yüzdüm ben. Tepelerde birikmiş kar sularının erimesiyle akan suların biriktiği, daldığında adamı zımba gibi yapan buz ötesi göletlerde... Sarı Kız'ın hikayesine şahit olmak bir yana, taaa en tepeye, onun topraklarına çıktım ben. Sadece etraftaki kalıntılara değil, Kaz Dağları'nın gökyüzüyle buluştuğu yerde Sarı Kız'ın anısına bekçilik yapan o nur yüzlü amcayla tanıştım. Bir zamanların 'en sevileni' ve hep can kalacak dostlar ile o sularda yüzdüm, o kahvaltılara oturdum, o ağaçlara tırmandım. Onlarca anı, yüzlerce fotoğraf... Hayatımın geçen on yıllık döneminin en güzel zamanlarını biriktirdim. An geldi, bir aşk gidince yeniden gitmesi, o sulara dalması zor geldi; an geldi, çok özlendi, en iyi merhem yine o sular olur dendi, gidildi.

Bugün Kaz Dağları'nın ölüm fermanının çıktığı gündür! Dünyanın bu en nadide cennet köşesinde altın madeni işletmek isteyen 16 firma ruhsatlarını aldı, Kaz Dağları'nın katli vaciptir dendi. Pek çok insan için acı bir haber bu. Üzücü, yıkıcı... Kınayan, lanetleyen cümleleri, haykırışları duyuyorum. Biraz doğa sevgisi, biraz vicdanı olan herkes isyan ediyor. Ya ben? Kalbimin ortasına saplanan acıdan nefesim kesiliyor. Kimi zaman uzaktan izleyerek, kimi zaman içinde yaşayarak geçirdiğim tüm zamanlar, yakında nesilden nesile anlatılan bir efsaneye dönüşecek. Şu hayatta daha kaç güzelliğe daha açgözlü insan ırkı yüzünden veda etmek zorunda kalacağız?

Güzel bir kalemin sayfasında bir cümleye denk geldim bugün, Andre Gide'ın bir cümlesine: "Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır" demiş usta kalem. Bu yazıyı ölümün elinden bir şeyler kurtarmak için yazdım. Daha detaylılarını ise defterlerime dökmeye söz verdim kendime.

Ve seni mahfetmelerinden önce bir kere daha geleceğim sana. Hem eski güzellikleri yad eder, hem de henüz daha kirletilmemiş suyundan bir yudum daha içerim. Böylesi vedaları kaldırmıyor artık benim içim!

7 yorum:

laleninbahcesi dedi ki...

Zero, yıllar önce yolum düştü oralara... Ağustos böcekleri, yumurtalarını erken çatlatıp bizim o şölenden mahrum kalmamamızı sağladılar. O asırlık çınar ağaçları, Kazdağlarının altyından ta denize ulaşan soğuk su akıntıları, sizler gibi olmasa bizlerde ucundan azcık nasiplenenler adına bu bir veda yazısı olmasın diyorum.

neslihan dedi ki...

yıllar öncesinden beri kaz dağları'nı rahat bırakın diyor bir sürü insan ama demek almışlar ruhsatlarını. lanet olsun hepsine.

Gulcin dedi ki...

orasi da mi?
gecen gun bir arkadasim liste yapmis yollamis. Suralari suralari suralari gezmeliyiz hemen diye. Yanlarinda da hemen gezilmek zorunda olma nedenleri yazilmis. Yok HESler gelecek, yok santral kurulacak yok bilmeme ne. Bir baktik ki bir kac yila kalmaz doganin saklayabildigi geri kalan guzelligini mahvedecegiz el birligiyle sayisiz yerde. Al iste bir tane daha. nedir alip veremedigimiz, daha fazla neyin pesindeyiz bir anlasam. Bir yeri de kazmayalim bir yeri de mahvetmeyelim nsan irki olarak artik. Ne bitmez tukenmez hirsimiz varmis bir anlasam :(

mehtap kuzucu dedi ki...

canım zero ,bu nasıl bir yazı ki içime işledi adeta...hüzün ve keyif karışımı bir duyguyla okudum..yıllar önce eşimin Balıkesir-seka(şimdi orasıda yokedilip yapılaşan yerlerden oldu:((..ya)da görev yaparken haftasonlarımızı geçirdiğimiz yerlerdendi..ve çok sevdiğim yerlerden...bu güzel ülkeme bu kötülükleri yapanlar..ne diyeyim size layık olduğunuz gibi olun inşallah demekten başka birşey gelmiyor elimden...bu harika paylaşımın için teşekkür ederken,gönlümden geçen bu güzel metni sosyal medyadada paylaşılmasını sağlaman.."Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır"sözü çok doğru ve güzel,lütfen bu güzel makalenin gazete,dergi (doğa dostu dergilerde)v.b paylaşımını sağla...sevgiler

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Kaz dağlarını görme şansına erişenlerdenim , oranın o mis havasını içime çekebilenlerden...ama neden acaba var olan güzelliklere yenilerii ekleyemedikleri gibi kendiliğinden var olmuş bu güzellikleri ellerinde tutamazlar,hunharca davranıp , bir de ''biz iyi birşey yapıyoruz neden karşı çıkıyorsunuz ki ''derler.Bunu yıllardır bu ülkede bir çok şey için düşündüm ama çözemedim , belki de çözdüm cavabı bende saklı!
Bu arada Ören2de tatil yapma fırsatına da çocukken erişmiş,çocuk aklımla oraları sevmiş bu yaşlarıma hatıraları hatırımda kalmıştır.
Zerencim duygularını yine çok güzel dile getirmişsin,diline sağlık:)

A-H dedi ki...

Zero basligi gorunce aklim alindi veda eden sen misin diye, ama veda bize degilmis diye sevinemeden icime agirlik coktu bu yaziyla :(
Cok gormek istedigim ama bir turlu firsat bulamadigim Kaz daglarini mahfolmadan gorebilecekmiyiz acaba korkusu dustu simdi icime :(

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

Önce yazmaya veda etmediğine sevindim. Uzun ve edebi dilin gerçekten hoşuma gidiyor.
Kaz dağlarını henüz göremedim. Doğanın katledilmesi terörden başka birşey değil, her ne amaçla yapılırsa yapılsın.