"Epeyce yaşlanmış olduğum bir dönemde bir gün, herkese açık bir yerin giriş bölümünde bir adam yaklaştı yanıma. Kendini tanıttı, sonra da: 'Öteden beri tanırım sizi' dedi. 'Herkes gençliğinizde çok güzel olduğunuzu söylüyor, bense şimdi sizi gençliğinizdekinden daha güzel bulduğumu söylemek için geldim, gençlik yüzünüzü bu şimdiki, bu harap yüzünüz kadar beğenmezdim.'" cümleleriyle başlar Marguerite Duras'ın meşhur Sevgili romanı.
Yaşlanmış, yüzü kırışıklıklar ve yılların pek çok iziyle dolmuş bir kadına bundan daha güzel, bundan daha vurucu sözler edilebilir mi bilemiyorum. Böylesi bir yüz gördüğümde hemen aklıma bu satırlar düşüverir.
Geçenlerde Sarah Polley imzalı "Away From Her" filmini izlerken yine bu cümleleri aklıma düşüren bir kadın oldu. Filmin başladığı ilk saniyeden son sahneye kadar o kadın kaplıyordu ekranı. Fazlasıyla asil ve saygı uyandıran bir güzelliği vardı. Ve evet dedim, bu kadın hiç bir zaman, gençliğinde bile hiç şimdi olduğu kadar güzel olmadı.
Bahsettiğim kadın yılların aktrisi Julie Christie. Harika bir film, harika bir kadın ve yine hakkını teslim etmek gerek ki harika da bir adam izledim. Diğer başrol Gordon Pinsent de etkileyicilikte Julie Christie'den pek aşağı kalmıyordu.
Tüm inişlerine çıkışlarına rağmen kırk yıl boyunca sevgi ve bağlılık dolu bir evlilik yürüttüğünüz eşinizin, bir gün alzheimer olmasıyla sizi unutmaya başladığına şahit olursanız neler hissederseniz? Üstelik sizi unutmakla kalmaz ve kaldığı klinikteki bir başka alzheimerlı hastaya ilgi duymaya başlarsa?
Kabullenmesi oldukça zor ve çetrefilli bir konu üzerinden ilerliyor film. Ama sanırım en büyük başarısı ajitasyondan zerre yoksun bir duygusallıkta ilerleyebilmesi ve hem bir alzheimer hastasının hem de onun yaşadığı süreçleri izlemek zorunda olan bir eşin hissiyatını eşit ölçüde hissettirebilmesi. Doğrusu onca yıldır sevdiği kadının, tamamen çocuklaşarak ve kendisiyle yaşadığı tüm o aşkı unutarak başka bir adamla yakınlaşmasını izleyen Grant karakterinin buhranları ve kendi hayatını sorguladığı sahneler sanırım aklımdan hiç çıkmayacak.
Unutmak üzerine fazlasıyla düşündüğüm bir dönemde onca filmin arasından elimin buna gitmesi de yine bu filme dair düşebileceğim kısacık bir anekdot. Sürekli unutmak istediğimi söylerken böylesine bir film izlemek aslında istediğim şeyin unutmak olmadığını gösterdi bana. Yanlış bir cümle kuruyordum yine evrene karşı. O nedenle de istediğim gerçekleşmiyordu. Unutmak değil, sadece hatırlamanın acı vermemesini istiyordum, hoş bir tebessümle hatırlanacak günlerin gelmesini...
Enerjimin bana doğru rehberlik edecek filmleri ve kitapları çekiyor olması da ayrı bir güzellik. Ve şimdilerde belleğimin derinlerine, hayatımın merkezine inmek için derin ve kupkuru bir kuyu arıyorum. Bu kuyunun dibine inecek, dünyadaki tüm dışsal etkilerden soyutlanıp kendimi kurcalayacağım biraz. Hayatımın zembereğini yeniden kuracağım. Bu ne saçmalık demeyin sakın! Fikir tabi ki yine Murakami'den çıktı. Fikir babam, yaşam koçum olarak seçtim kendisini:) Hem Taru Okada yaptıysa ben de yaparım!:)
9 yorum:
canım çok güzel yazmışsın: "unutmak değil, hatırlamanın acı vermemesi..."
o kadar doğru bir cümle ki :)
Evet dibe ineceksen en derin kuyuyu bulacaksın dedi dün akşam Taru Okada...
Çok başlardayım henüz...Ama Zemberek kuşu dünyanın zembereğini kurdu ve gün başladı... Günaydın Zero... İyi bir gün olsun...
Sevgilerimle...
şimdi şöyle bir güzelliği oluyor blogların...çok güzel önerilerle gidyorsun kitapçıya ya da film satan dükkanlara...başkalarına anlam katandan sen de faydalanmaya...sonuç:paylaştığın için teşekkürler..
Sen de çok güzelsin Zero. :) Her şeyi bırakıp şu an bu filmi izlemek istiyorum desem inanır mısın?
Zeynepcim, doğru cümleleri bulabilmek o kadar önemli ki. İsteklerinin gerçekleşmesi için önce doğru şekilde istemen gerekiyor:)
Sevgili Lale, herkese bir Zemberekkuşu, bir de ara sıra inmek için derin mi derin bir kuyu lazım. Artık bundan çok eminim... Gün hepimize aydın olsun, sevgiler benden:)
Sevgili 21 Gram, aslında herkesin bir kitaptan ya da filmden aldığı anlamlar farklı oluyor. Her tavsiyenin de adresi doğru tutturabileceğini düşünmüyorum açıkçası ama bence burda insanın kendini iyi tanıması daha önemli. Neye yakınsın, ya da neye uzaksın gibi... 21 gram bana çok fazla anlam katmıştı örneğin.. sevgiler..
Sevgili Parpali, herşeyi bırak ve bu filmi izle:)
Zemberek Kuşu ile buluşmak için geri sayım başladı. Dün kavuştuk birbirimize. Heyecanlıyım. Film ise çok ilgimi çekti. Kayınpederimi bu hastalıktan kaybettiğimiz için insana nasıl acı veriyor, çok iyi biliyorum. Eşime söyledim ilk fırsatta izleyeceğiz. Yine güzel bir yazı ve paylaşımdı, seni okumak bana keyif veriyor. Teşekkürler Zerocum.
Bu filmi seyretmek konusunda tereddütlüydüm, şimdi kararımı verdim; seyredeceğim.
Ve şu çıkarsaman ne kadar olgun, yaşanmış:
Yaşananın tebessümle hatırlanacağı zamanın gelmesini beklemek, o sakinliğe erişebilmek...
:)
Özlemcim alzheimer başlı başına kötü bir hastalık, bu kesin. Ama bu filmde beni bu kadar etkileyen, bir adamın, karısının hastalığı nedeniyle kendisini unutmasını izlemenin ne kadar acı verdiği hissini yaşamak oldu. Böyle bir durumda "ama o hasta" özrünü kullanmanın ne kadar zor olduğu... insan duygularına söz geçiremiyor... Umarım Murakami'yle tanışmak sana da keyif verecektir:)
Sevgili Ekmekçikız, bir filme dair beklentileri yükseltmekten korkarım aslında ama senin gibi bir sinema sevdalısının en azından Julie Christie'yi izlemekten müthiş keyif alacağını düşünüyorum:)
Yaşananların tebessümle hatırlanacağı gün gelene kadar kalbin sana kök söktürüyor ama o günü beklemekten başka çare de gelmiyor elden:)
Film tavsiyelerine uyuyorum biliyorsun,dün de aşkın 500 gününü izledim bu filmi de kesinlikle alacağım ,yazın ayrıca çok hoştuuu eline sağlık.
Yorum Gönder