9 Ekim 2009 Cuma

Ekim, sinema, şehir, Beyoğlu...

Sonbaharın geldiğini nasıl anlarsınız? Hafif hafif serinlemeye başlayan havalardan, 4-5 aylık bir aradan sonra yeniden boyunları sarmaya başlayan renkli renkli fularlardan, mis gibi toprak kokulu yağmurlardan, doğanın o hüzünlü, melankolik kahve tonundan mı?

Benim için sonbaharın gelişi, Beyoğlu'yla aramdaki çekim kuvvetinin artmasıyla anlaşılıyor. Her daim, engelleyemediğim bir güçle kendimi ara sokaklarda bir taburenin üzerinde çay yudumlarken, kitapçılarda yerlere çömelmiş sayfa sayfa kitap karıştırırken, iş çıkışı film keyfi şerefine bir köşe başında sevgiliyi beklerken, Asmalımescit tarafına her gidişimde yeni bir mekan ya da dükkan keşfetmenin çılgınlığıyla kendimden geçerken buluveriyorum kendimi. Yazın yakınına bile yaklaşmak istemediğim bu uyumak nedir bilmeyen semt, sonbahar ve kış aylarında benim için açılmayı bekleyen gizemli bir kutuya dönüşüyor.

Bir de Filmekimi'nin kitapçığının çıkması ve yeni sezonun en heyecan verici filmleriyle buluşacak olmanın heyecanı, sonbaharının gelişinin bir diğer habercisi. 16-25 Ekim arası film şeridi kıvamında bir hafta, sinema ve Beyoğlu severleri bekliyor bir kere daha. Yine inanılmaz güzel filmler ve etkinliklerle dopdolu. Listem çoktan yapıldı, hangi filme kiminle gideceğim kararlaştırıldı. Geriye de sadece o büyülü 9 günü beklemek kaldı.

Eski bir geleneği canlandırmaya da kararlıyım bu yıl. Üniversite yıllarımda okuldan arkadaşlarla Beyoğlu'ndaki Pano Şarapevi'nin en parasız müdavimlerindendik. Şarapevi dediğin pek öğrenci işi olmuyor ammavelakin biz hepimiz keyif insanlarıyız! Soğuk kış günlerinde iki kadeh şarapla içimizi ısıtmadan eve gitmek zor geldiğinden cüzdanlar çıkarılır, kimde ne var ne yok toparlanır, iki şişe şarap bir de peynir tabağına yettiğine kadar verdildiği anda dooğru İstiklal'in yolu tutulurdu. O yıllarda içtiğim şarapların tadı hala damağımda desem yeridir.

Bir de Pano'da peynir tabaklarının ortasına muhakkak boyanmış yumurta getirirler, bazen kırmızı bazen mavi. Ve ben her defasında içimden gelen o yumurtayı çantama koyup eve götürme ve en nadide yerde saklama isteğiyle dolup taşarım. Ama sonra onun gerçek bir yumurta olduğu ve yumurtanın saklanabilecek bir şey olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalır, kös kös güzelim rengarenk yumurtanın yiyip bitirilmesini izlerim:)

Bu kış Pano ziyaretlerimi arttırmaya, akşamları iş çıkışı bir iki kadeh şarapla içimi ısıtmadan eve dönmemeye, eşi dostu da peşime sürüklemeye kararlıyım.

Kış hazırlıkları sadece mutfaklarda mı yapılır? Ben de kendimi kışa böyle hazırlıyorum. Salamuraya yattım bekliyorum:)

13 yorum:

laleninbahcesi dedi ki...

Ah işte tarzım bir İnsan:))) Ben de temmuz ayından Eylül Ortasına kadar Beyoğluna pek uğramam. TTerkos pasajını karıştırmadan duramam ama bir şey almayı başardığım olmamıştır. Sigara yasağı ile birlikte İstanbul kocaman bir sokak cafe, restoran oldu. Ben bayılıyorum bu manzaraya.

Kış hazırlıklarım ise , seçilecek kitaplar , izlenilecek filmler, gidilecek oyunlar , renkli fularlar, Nepal bereler, apaçi çizmeler.

Bu gün iki film seçtim Aptallık Çağı ve Zaman Gezginin Karısı. Sizin listenizde de varlar mı???

not: bunları yaptım ama kışlık domateslerimi de doğrayıp, dondurucuya attım:)))

Sevgiler size

zero dedi ki...

Sevgili Lale, çok hoşsunuz gerçekten:) Olmaz mı, kesinlikle benim listemde de varlar. Ama bir de bu haftanın filmlerinden Aşkın 500 Günü (her yerde hakkında çok hoş yazılmış şeyler okudum, farklı bir romantik komedi diyorlar) ve Uzak İhtimal'i seçtim. Uzak İhtimal, aynı apartmanda komşu olan bir müezzinle katolik bir rahibenin yakınlaşmasını konu alıyor. Çok ilgimi çekti. Yani böyle işte:) Filmler, keyifler, kitaplar ve Beyoğlu hiç bitmez. Aa bu arada benden de bir not: hiç bir kışlık hazırlık mutfakta yapılanların yerini tutamaz:) Ama ikisi birden oldu mu da tadından yenmiyor doğrusu:)

asli koyuncuoğlu dedi ki...

Üniversitede okurken sonbahar benim için çok sevdiğim İstanbul'a geliş dönemiydi.Ben de yerleşir yerleşmez Beyoğlu'na atardım kendimi.Eski günler canlandı gözümde,hasretle andım tekrar gelmeyeceğini bile bile.
Teşekkürler ve sevgiler.

MAVİANNE dedi ki...

istanbullular bayıldım muhabbetinize,
malesef Ankara sizin söylediklerinizin aksine pek de doyurmuyor insanı
bu konuda daha sığ sanki
gidilecek filmlerin içinde aşkın 500 gününü seçtim ben de,
laleciğimin önerilerini de dikkate alacağım,
buraya gelen tiyatrolar da aklımın köşesinde,
ama beyoğlu dediniz mi akan sular duruyor ve kıskanıyorum :))
buralarda yok beyoğlu gibi bir yer
bir yüksel caddesi vardı eskiden
şimdilerde ise gidemez oldum zaten
öğrenciyken takınılan yerlere yaşlı kaçıyorum artık :((
ama kendini kışa hazırlamana salamuraya yatmana bayıldım
sevgiler

Çileksuyu Sibel dedi ki...

cok keyifliydi okumak her zamanki gibi,ozlemisim Beyoglunu,sarapevini..bende sonbaharda nedense hep disarlarda olmak istiyoru gunduz gozuyle ozellikle,sanirim,renklerine doyamadigimdan..bir de esarplar,fularlar sanki sirf boynu degil,ruhumu da isitiyor verdikleri o sicaklikla..sevgiler,keyifli sonbaharlar

zero dedi ki...

Sevgili Aslı inan ben İstanbul'da olmama rağmen üniversite öğrencisiyken İstanbul'u yaşamanın keyfine bir daha erişemem. Benim de özlemim büyük o yıllara. Belki sorumlulukların daha az olması, belki zamanın dilediğince olması, belki öğrenciyken herşeyin daha ucuz olması nedeniyle yapılmak istenenler karşılığını buluyordu. Üniversite yılları güzel yaşayanın içinde her zaman özlem dolu bir sızı yaratıyor:)

Maviannecim, resminden hiç de yaşlı kaçıyor gibi durmuyorsun:) Sen yeter ki iste, eminim Ankara'da da bulunur sana keyif verecek mekanlar:)

Sevgili Sibel, bana keyiflerimi hatırlatıyor sonbahar. Yazın aşırı sıcaklarından hoşlanan bir insan olmadığım için yazları sanki fazla uzaklaşıyorum kendimden. Sonbahar yeniden kendimi hatırlamamı sağlıyor. Ve sanırım, farkında olsun olmasın, pek çok insan için de bu böyle... sana keyifli sonbaharlar ve dumanı tüten güzel bir kış diliyorum:)

Adsız dedi ki...

Sonbahar en sevdiğim mevsim. Sevdiğimle tanıştığım, evlendiğim, annemim dogum gunu hep bu mevsimde. Senin de sayende filmlere de ilgim arttı. Kitaplardan fırsat buldukça seyrediyorum. Harika bir yazı olmuş yine, teşekkürler...

zero dedi ki...

Özlemcim benim de hayatımın pek çok güzelliği sonbahara denk gelmiştir. başlı başına güzel bir mevsim desene:)

nehircce dedi ki...

Harikasın,şimdi işi gücü bırakıp kaçasım geldi oralara :)İstanbul un öyle uzak bir köşesindeyim ki çok az fırsat bulabiliyorum tek avuntum Kadıköy :) Orada da azda olsa Beyoğlu kokusu oluyor ama azıcıkkk..Eline sağlık bu paylaşım çok güzel iç acıcı :)

kekvekahve dedi ki...

çok güzel yazmışsın. burnumun diibindeyken gitmediğim panoyu nasıl da canım çekti bu güzel sonbahar mevsimi başlangıcında, asmalımescitte kaybetmeyi kendimi senin deyiminle.
o zaman şerefe diyeyim ben de..

zero dedi ki...

Sana da şerefe sevgili Kek ve Kahve. Şu yeryüzünün her bir köşesinde ayrı ayrı keyifler saklı aslında. Keşfetmek ya da kıymetini bilmek isteyenin önünde öylece serilmiş duruyor. Etrafındaki tüm keyiflerin şerefine...

zero dedi ki...

Sevgili Nehircce, madem arada da olsa Kadıköy'e geliyorsun, en azından bir vapur sefası yapıp karşı yakaya atıver kendini. Karaköy'ün, Eminönü'nün ya da Beşiktaş çarşısının o renkliliği bile yeter şu şehrin keyfini sürebilmek için:)

yeliz dedi ki...

zerencim, istanbuldaki öğrencilik yıllarım geldi gözümün önüne. benim için de ekim istanbula dönüş zamanlarıydı hep:) yurt ve okul gümüşsuyunda olunca mekan hep beyoğluydu. ve tabii ki pano şarap evi:) biz de çok sık giderdik, eminim birbirimizi farketmeden karşılaşmısızdır o mekanda. ben kaşar panesini de çok severdim.