"Yazının henüz icad edilmediği zamanlarda insanlar birbirlerine mektup yazmak yerine taşları kullanırlarmış. Vermek istediğin taşın rengi, şekli senin o insana hissettiklerini anlatan bir işaret, bir söz olarak sayılırmış."
Cumartesi akşamı izlediğim olağanüstü filmden, aklımda kalan olağanüstü bir sahneye ait bir bölümdü bu. O kadar garip ki, filmden çıkıp elim en sevdiğimin elinde İstiklal'in o mahşer kalabalığına karışırken şunu düşündüm: Hepimiz çoğunlukla çocukluğumuzda olmak üzere gittiğimiz yerlerden, sahil kasabalarından, sivri kayalıkların arasından envai çeşit taş toplar, koleksiyon yapar ama sevdiklerimize de en sevdiğimiz taşı bir sevgi gösterisi olarak vermekten geri durmazdık. Kimbirlir dedim kendi kendime, belki de içimizden bir yerlerden nesiller nesiller önceki atalarımızın bu mesajlaşma, yazışma, duygu paylaşma tekniğini biliyoruzdur ve ne zaman bir taş yığını görsek elimizi atıp en beğendiklerimizi seçmek istememizin bir nedeni de budur.
İnsanoğlunun taşlarla olan ilişkisi sadece bu kadarla da kalmıyor aslında. Kızılderili inanışlarına göre insanın doğum tarihi o insanın yaşamına dair özel bir şifre taşır. Ve insanın varoluşunu, ruhsal ve zihinsel dengesini destekleyen, enerjisini bütünleyen doğal materyaller mevcuttur. Taşlar bunların başında gelir. Her insanın kendi doğum tarihiyle belirlenen, üzerinde taşıdığı takdirde etkisinden maksimum düzeyde faydalanacağı taşlar vardır.
Benim taşım yeşim taşı. Pırıl pırıl yeşilliğiyle kalbimin üzerinde, adeta tenimden bir parça gibi... Dengeli ve iyileştirici bir renk olan yeşilin şifasını akıtıyor tenimden içeri. Aşırıya kaçan duygusallıkları dengeler diyor Yeşim taşıyla ilgili bir açıklamada. Nasıl da ihtiyacım olan, nasıl da bir parçam olması gerektiğini gösteren bir özellik.
Ama dönelim yine en başa. Yani ufacık bir bölümünden örnek verdiğim o muhteşem filme. 2008 yapımı bir Japon filmi olan ve 2009 Oscarlar'ında En İyi Yabancı Film Oscar'ını Japonya'ya götüren Son Veda (Okuribito)'nın Türkiye'de vizyona girmiş olma şansını ne yapın edin kaçırmayın. İzlememiş olmanın hayatınızda yaratacağı boşluğun farkında olmayabilirsiniz ama izledikten sonra içinizde bir yerlerde kapatacağı boşluklarınızı görüp bir kere daha sanatın ve sinemanın iyileştiriciliğine şükredeceksiniz.
Ölmüş insanları, çıkacakları bu yeni ve bilinmez yolculuğa hazırlayan ve bu insanların, belki de hayatlarında hiç olmadıkları kadar güzel görünmelerini sağlayarak onları tabuta yerleştiren bir adamın hikayesi Son Veda. Ama bilin ki asla ve asla sadece bu kadar değil. Çok güzel bir hikaye, etkileyici bir kurgu, olağanüstü müzikler ve düşündüren bir felsefe...
Filmin baş kahramanı Masahiro Motoki'nin bir söyleşisinde söylediği cümleleri çok önemsiyorum:
"15 yıl kadar önce Hindistan’a gittiğimde, Hindistan’da yaşam ve ölümün uyum içinde ve doğal bir şekilde bir arada var olduğunu görmüş ve çok duygulanmıştım. İkisine de insan yaşamında eşit değerde davranılıyordu.Nehirde kendilerini yıkayan ve süsleyen insanların yanında, cenaze düzenleyen ve ölüleri gönderen insanlar vardı. Orada ölüm ve yaşam dengeli bir şekilde birlikte var. Bu olayları görerek büyülendim... Hindistan’a yaptığım yolculuktan beri, hayatın ve ölümün anlamının yan yana durduğunu düşünüyorum. Çocuğum doğduğunda, karımın yanındaydım. Çocuğumun doğduğunu görünce hayatın ve ölümün ne kadar yakın olduğunu anladım. Çocuğumun doğduğunu gördüğüm için çok mutluydum, daha mutlu olamazdım. Ama aynı zamanda ölümün de doğumla aynı derecede önem taşıdığını fark ettim."
Geçen gün çok sevdiğim bir dostumla konuşurken bana söylediği bir cümleyi hatırlattı bu okuduklarım. "Yaşamı bu kadar kutsallaştırmamak lazım Zeren" demişti. "En sevdiklerimizin ölümü dahi olsa ölüm bile bazen insanlara çok şey kazandırır".
Fiziksel ya da psikolojik pek çok sorunumuzun altında ölüm korkumuzun yattığının ne kadar farkındayız acaba? Mesela öleceğini öğrenen bir insanın yaşadığı özgürleşme çok dikkatimi çeker benim. Öleceğini öğrendiği andan itibaren aslında gerçekten yaşaması gerektiği gibi yaşamaya başlar. Yapmak isteyip de yapamadığı herşeyi yapmaya başladığı andır ölümünü öğrendiği an. Peki neden bunu beklemek gerek? Bunun gerek olduğuna kendimizi inandıran da sadece bizleriz aslında.
Bence kendinize bir iyilik yapın. Bu filmin oynadığı size en yakın sinemalardan birine gidip en azından iki tane bilet alın. Ve çok sevdiğiniz birine aldığınız bu biletlerden birini hemen bugün armağan edin. Biletin üzerinde bir yere de "bu filmi seninle izlemek istiyorum" yazın. Ya da ben böyle detaylara gelemem derseniz, sadece ve sadece gidin ve izleyin. Ama ne yapın yapın, izleyin!
7 yorum:
şimdi bakacağım filmin hangi sinemalarda gösterimde olduğuna.
Edebiyat öğretmenimiz , Orhan Veli2nin şiirlerinde ölüm korkusu olduğunu söyleyince nasıl demiştim , nasıl olur. İstanbul'u dinleyen, güzel havalardan söz eden bu şair nasıl ölüm korkusu barındırır şiirlerinde demiştim. İşte demişti , hayata bu kadar asılması , yaşam sevincinden değil, ölüm korkusundan.
Ama ölüyü güzelleştirmek, sevdiklerine son vedasında onu , güzel hatırlanmasını sağlamak başlıbaşına bir sanat olmalı.
Sevgiler sana Zeren
taşlar bana ilginç bir anımı anımsattı. ablam İtalyaya bir geziye gidecekti, o o zaman lisedeydi ben ortaokul. o kadar uzağa gidecekti ki sanki dönmeyecek gibi gelmişti ve benden bir hatıra da yanında gitsin diye, sahilden topladığım irili ufaklı taşları tutkalla yapıştırıp kendimce bir biblo yapıp vermiştim. neden taşlar diye sonraları çok düşündüm şimdi galiba anlıyorum sebebini
Mutlaka izleyeceğim!!!
Zaten senin tavsiye ettiğin her kitap ve her film gerçekten etkileyici oluyor...
kendine iyi bak :)
Zerencim o kadar merak uyandırdın ki ben de inan gecenin bu yarısında çıkıp gidesim geldi sinemaya. ben çocukluğumdan beri her gittiğim kumsalda taş toplarım, hala da hepsi evimin çeşitli köşelerinde durur. eşimle ilk tanıştığımızda şilede sahilde hayatım boyunca gördüğüm en minik deniz kabukları banyomda, oğlumla bu yaz gökçeadadan topladıklarımız balkonda saksılarımın dibinde. ama hiç sevdiğim birine vermedim ne yalan söyliyim. ölüm korkusuna gelince bunu hep düşünmüşümdür, yarın öleceğimi bilsem neler yaparım diye, keşke her gün böyle düşünüp yaşayabilsek. kendimizi kısıtlamadan dilediğimizce. çook uzun oldu ya neyse. sevgiler
Sevgili Lale, hem de öyle bir sanat ki, bunu ancak filmi izlediğinde anlayabiliyorsun. Hele de bir sahne var, kocanın karısını göndermesini anlatan bir sahne... Nasıl sevgi ve aşk doluydu. Umarım en kısa zamanda izlersin:)
Yelizcim zaten bence hepimizin içinde bilmediğimiz daha nice gizler saklı. Olaylar ve anlar farkettiriyor zaman zaman bunları.
Zeynepcim izledikten sonra yaz düşündüklerini lütfen:) arada uğramayı da unutma:)
Yasemincim belki zamanı gelmemiştir o taşları vermenin. Bir gün belli mi olur, içinden gelir ve bir bakmışın üzerini süslemiş sevdiğinin eline tutuşturuvermişin:)
bu insanoglunun tasa olan ilgisi tipki jack london'in ademden önce adli kitabinda yazdigi atalarimizdan kalitsal yolla bize ulasan rüyalar gibi bir sey o zaman:)) bunu hatirlatti birden..cilgin yazarin rüyalardaki ani düsüsün sebebini bu sekilde aciklamasini bayagi bir düsünmüstüm okurken de..
filmi de buralara gelir gelmez izleyecegim insallah,gercekten cok merak ettim..
Sevgili Mor Menekşe, güzel bir çağrışım olmuş gerçekten. Ben bu dünyaya ve yaşama ait bilgilerimizin sadece öğrendiklerimizden oluştuğunu düşünenlerden değilim. Tıpkı Jack London'un yazdığı gibi kalıtımsal bir takım inanışlar, davranışlar vs olduğuna da inanıyorum. Çoğunu farkında değiliz, öylesine yaşayıp gidiyoruz. Filmi muhakkak izlemelisin, sevgiler:)
Yorum Gönder