Öyle büyük bir özlemle beslenen bir arzu var ki içimde bu konuya dair, kütüphane aşkları üzerine kelimeler üşüşüyor aklıma örneğin. Yazmak, düşünmek ve hayal etmek istiyorum. İçi kitaplarla dolu böylesi bir 'mabed'de filizlenen bir aşkın destansı büyüsünü yaratıp Shekespeareyen cümleler kuruyorum kendi kendime. Romeo ve Juliette'i kendimce yeniden yazıyorum. Böyle böyle önümdeki sayfaları doldursam da, içimdeki yoğun tutkuyu, özlemi, ilgiyi bir türlü doyuramıyorum.
Ne kadar kütüphanesiz bir toplumda büyüyoruz hiç düşündünüz mü? Kitaplara, kitap dolusu raflara, sararmış kitap sayfalarına ve o muhteşem eski/yeni kitap kokusuna merak dolu bir bünye içinde yaşamıyorsanız, belki ömrünüz boyu bir kütüphaneye adımınızı bile atmadan sonlandıracaksınız bu dünyadaki varlığınızı? "Amaaan, amma da büyük kayıp!" diye dalga geçecek bir dolu insan tanıyorum bu cümleye, o ayrı. Ama zaten bu da, böylesi kütüphanesiz bir toplumda yaşıyor olmamızın bir sonucu değil mi?
İnternette İstanbul'daki kütüphaneler üzerine bir araştırma yaparken bu resimlerde görünen Atıf Efendi Yazma Eser Kütüphanesi'yle karşılaştım ve resimlerde gördüğüm binaya anında vuruldum. Altında bir Bizans sarnıcı bulunan, duvarları yüksek, tuğla ve kesmetaştan yapılmış, bahçeli ve avlulu olan bu 1741 yılında yaptırılmış kütüphaneye nasıl vurulmayayım, gelin siz söyleyin! 3000 civarında olduğu söylenen elyazması eserleri ile ünlü olan kütüphanenin bu resimleriyle saatlerdir bir zaman makinesine bindim ve 18.yy'a doğru bir yolculuğa çıktım. Tıpkı bir İhsan Oktay Anar romanında geziniyormuşçasına zihnim, bu tarihi okuma 'mabed'inin avlusunda, bahçesinde ve odalarında yaşanmış hikayelerin bir harmanıyla doldu.
Geçenlerde bir blog komşumla yazışırken "sahafına, açık kalmış pencereden sızmış minik bir kitap faresi olsam" diye yazmıştım. Yine böylesi bir masal kahramanı kimliğine bürünüp sürüne sürüne bu avlunun kenarlarından geçmek ve açık kapıdan içeriye sızıp yazılmış ne var ne yok hepsini bir çırpıda kemirmek istiyorum. Sevgili hümanist entellektüel serseri farecik Firmin gibi anlayacağınız...
Evet, hayatta fare olmayı hiç bu kadar istememiştim sanırım:)
16 yorum:
bu şehirde yaşamayı çok isterdim Zeren'ciğim.
bina çok güzelmiş,ben hep böyle bir evim olmasını istiyorum:-)sonra da kütüphane yaparım:-)sevgilerimle canım...
yeni birşeyler öğrendim sayende, anne yelizden birey yelize taşıyorsun beni, sağolasın:)
Zerencim neden seni okurken bu kadar mutlu oluyorum bilmem ki, farklısın tüm takip ettiğim blogccu arkadaşlarımdan bilesin. valla kütüphane konusunda sana tamamen katılıyorum ama okumak yerine daha çok konuşmayı seven bir toplumda az kütüphane olması da normal sanırım.
bir aralar içinde kendi kütüphanesi de olan bir cafe açma haylim vardı. ama artık yok, bakıyorum da herkes konuşuyor sadece kitaplara sıra gelmiyor gibi. belki de bu hayali tekrar gündemime mi almalıyım?
Çok güzel bir yazı olmuş. Ellerine yüreğine sağlık. Tam benlik bir şehir bu, hayalimdeki şehir. Kitaplarla dolu. Benimde her zaman içimde inanılmaz bir okuma açlığı olmuştur. Kütüphanelerle kitaplarla dolu bir şehirde yaşamak inanılmaz keyifli olurdu. Kurttan fareye geçmek ise süper bir şey :)) Bende fare olmak isterdim.
Neslihancım, sen böyle bir kütüphane-evde otursaydın, ben de seni ziyarete gelseydim ve kitaplar, çay, kahve, sohbet hiç eksik olmasaydı. evinden her ayrılışımda geri getirmek üzere bir kitabını götürseydim:) hayal etmesi bile güzel:)
Yelizcim ne güzel sana böyle hissettirebildiysem. Kendime bile itiraf etmekte zorlandığım bir şeyi buraya yazayım ki, Arca'nın resimlerini her görüşümde benim de içimdeki başka 'ben'ler hortlamaya başlıyor. Bilmem anlatabildim mi:)
Parfümü kitap kokan adam, ne fark eder, ha kurtçuk ha farecik, önemli olan bir şekilde kıyıdan köşeden içeriye sızabilmek:) Firmin'den çok etkilendiğim için bu sefer fare olasım geldi sanırım:)
Yasemincim, mutlu ettin güzel sözlerinle... Ama ben bu durumun konuşmayı daha çok sevdiğimizden kaynaklandığını düşünmüyorum. Ben bu ülkede kitap okuma alışkanlığının olmamasını, insanlara okul sıralarında, evde vs. çok yanlış kitaplar okutulmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Daha orta birdeyken hocalarımız klasikleri okuyun diye zorlarlardı bizi. Bırak kitap okumayı sevdirmeyi, seveni bile yıldıracak bir yöntem bu bana kalırsa. Yıllardır çevremdeki insanlar üzerinde şöyle bir deneme yapıyorum, hiç yanıldığımı görmedim. Biriyle tanışıyorum, kitap okumayı sevmediğini, sıkıldığını söylüyor. Hiç üstüne gitmiyorum, olabilir diyorum. Sonra o insanı tanıdıkça onun nasıl bir kitaptan hoşlanabileceğini tahmin etmeye çalışıyorum. Ve bir gün ona, onun için seçtiğim kitabı verip bunu bir okumayı dene, tabi istersen, seveceğini düşünüyorum dediğimde, ilk başta burun kıvırsa da sonradan merakla okumaya başlıyor, çünkü konu ilgisini çekiyor. Fazla uzattım ama diyeceğim o ki, herkes herşeyi okumak zorunda değil, ama herkesin elbet ilgi duyup okuyacağı şeyler vardır. Ama sen kafe fikrini bir kere daha düşün derim. İnan böyle yerlere ihtiyacı olan insanlar, senin tahmin ettiğinden daha fazla. Hem beni daimi müşterin olarak yazabilirsin:)
Özlemcim bilmez miyim senin de böyle bir şehirde yaşamak isteyeceğini. zaten yazarken bu yazıyı "özlem okurken kesin iç geçirecek" dedim:) biz bir fare kardeşliği kuralım senle en iyisi:)
handan
merhaba ben sessiz takipçi... ama adım başı kütüphaneleri olan bir şehir hayali beni o kadar mutlu ettiki . şuan zamanım çok fazla değil yoğun iş temposu ve iki çocuk fakat bir yarım saatte muhteşem bir çayla okunan kitaplar ne güzel olur ve onları tartışacak dolu bir insan bulmak . bu siteye rastlamak beni mutlu etti gerçekten sevgiler size:)
Sevgili Handan, senin yorumun da beni çok mutlu etti. Bu site sayesinde benzer duygularda buluşabildiğim insanlarla tanıştım bir sene boyunca ve inan bu benim için de tarifsiz bir keyif. Belki bir gün kendi kitaplarımı paylaşacağım böyle bir yerim olur ve sizleri (hatta büyümüş olan çocuklarını da) güzel bir sohbet, demli bir bardak çay ve tabi ki hep ama hep kitaplar eşliğinde ağarlarım:) hayal etmesi bile mutlu olmaya yetiyor:) benden de sevgiyle...
hep bir kitap-cafem olsun istedim. Ama böyle bir şehir hayallerimin bile ötersinde. Keşke olabilseydi böyle bir yer. Benim kitap dostlarım kitaplığımdan kitap alan ve getirmeyenler. Bir de kitaplarımla tatile çıkıp güneş yağları içinde getirenler var. İlkokuldayken tenefüslerde okulumuzun kütüphanesinde kitap okurduk, çoğu kez zili duymazdım da öğretmenimiz gelip beni oradan alırdı.
Umarım bir gün hayaliniz gerçek olurda toplanırız hep birlikte. Sevgiler size
Merhabalar Zeren,blogunla henüz şu dakikalarda tanıştım.Kabul etmeliyim şahsım adına geç kalınmış bir tanışma oldu bu.Kendini hayatın telaşesi içerisinde okumaya,öğrenmeye güdümlemiş biri olarak satırlarının arasında kaybettim kendimi,bulduğumdaysa sana bu satırları yazmaya başlamıştım bile.Sanırım bundan sonra sık sık yorumlarımla karşılacağız.Sevgiler...
Sevgili Lale, ben de artık kitaplarımı paylaşacağım insanları çok ince eleyip sık dokur oldum. Alınıp da gelmeyen kitaplardan, ya da geldiğinde bir paçavra yığınına dönmüş kitaplardan o kadar çok içim acıdı ki... Bu arada bence size çok yakışacaktır öyle bir kitap-kafe. Bloğunuzdaki hoş sohbeti kitaplar eşliğinde misafirlerle paylaşmak, sizin için de gelenler için de çok keyifli olacaktır:) şahsen ben, ne kadar çok açılırsa böyle mekanlar, o kadar çok takipçisi ve müdavimi olacağıma eminim:)
Sevgili Seval, öncelikle hoşgeldin:) Ben kendi içimdekileri paylaşmaya çalışıyorum bu satırlarda, sen de bu paylaşımıma katılırsan çok memnun olurum elbette. Yeniden görüşmek üzere:)
Kütüphaneler demişken sevgili Zeren ortaokul yıllarımda annemin mesai çıkışı eve giderken uğrayıp beni aldığı ilçe kütüphanesinin kitap kokan rafları,kütüphane memuru teyzenin okumam için tavsiye ettiği kitapların odunsu kokusu,kömür sobasının üzerinde tıslayan demliğin sesi...hepsi ahşap ciltli bir kitabın okumadan önce tozunu alır gibi canlandı zihnimde...Kapağını açtım o kitabın, şimdi dolanıyorum satır aralarında...
Seval, benim de dün kütüphaneler arasında dolanmamın temelinde tam da bu bahsettiğin anılar, duygu halleri vardı.Paranla gidip herhangi bir kitapçıdan dilediğin kitabı alabilmek de güzel bir duygudur ama kütüphaneden ödünç alınan kitaplar, kütüphane görevlileriyle kurulan diyaloglar, artık o kütüphane raflarını ve düzenini ezbere biliyor olman vs. gibi duygular başkadır ve bence yaşaması insana çok şey katan duygulardır. Bir o, bir de sobanın üzerinde tıslayan demliğin sesi dedin ya, tamam... daha şimdiden çok sevdiğim kışı özlemeye başlarsam çok fena, geçmez bu yaz bir türlü:)
Ne sıcak ne güzel bir yazı olmuş..Lise yıllarında çok daha sık gittiğim Üsküdar daki ŞemsiPaşa Kütüphanesini hatırlattı bana, biran kokusunu aldım taa içime çektim.Artık herşey okadar elektronik ki hayatımızda kitaplarda internetten alınıyor okunuyor,kolaylık tabii de yine de böyle yazılarda içi acıyor insanın.Orda ismini yazdırıp 1 haftada okuyup teslim etme heyecanı çok daha güzeldi sanki.Hem daha çok kitap okunurdu.Hala bunu becerebilenlere imreniyorum..Teşekkürler sevgiler :)
Zerencim çok güzel bir yöntem bence bu yaptığın. bu konuda sana katılıyorum ama anne babaların da çocuklarına iyi örnekler olmadığını biliyorum ben. ben ve eşim kitap okumayı sevdiğimiz için küçük beyin bile şimdiden kütüphanemizde bir rafı var mesela.eminim ilerde kitap okuyan bir birey olacak,zaten tersini düşünemiyorum ben.cafe açarsam en kuytu köşe senin söz:))
Sevgili Nehircce, kütüphaneden kitap ödünç almanın ve sonra onu zamanında götürüp teslim etmenin heyecanı gibisi var mıydı? O uğurda az mı uykusuz kaldığım geceler geçirmedim, kitabı zamanında teslim edebilmek için. Şİmdi parasını vererek gidip yeni kitaplar alma şansına da sahibiz belki, ki bu da çok güzel ve önemli bir ayrıcalık, ama kütüphane kitaplarnın verdiği hazzı gerçekten ancak yaşayan anlar.
Yasemincim, eminim küçük adam da siz onu zorlamadığınız sürece hayatın doğal akışında o alışkanlığa sahip olacak. zamanla kendi beğenilerini, tercihlerini yaratacak, onları seçip okumak isteyecek ve size de karşıdan onu ilgi ve merakla izlemek kalacak:)
Yorum Gönder