"Yaşlı ve çirkin bir mandarin*, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim, güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş; dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin, kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş".
Toplasanız 20 satır etmeyecek denli kısa olan bu öyküde anlatılan bu duygu yoğunluğunu belki sayfalarca uzun bir romanda hissedemezdim.
Aslı Erdoğan'ın Mucizevi Mandarin adlı öykü kitaındaki bu öyküyü trafik maceralarımdan birinde otobüste giderken okumuştum. Sıkışık bir otobüste ayakta, camın dibine tükenemiş, bir yandan düşmemeye, bir yandan da azimle okumaya çalışırken olanlar olmuştu.
Toplu taşıma araçlarında her koşulda kitap okumaya alışkın bir insanım. Ne konsantrasyon sorunum olur, ne mide bulantısı. Ama benim gibi bazen okuduklarının etkisiyle kitlenip içinde bulunduğu ortama anında yabancılaşan biriyseniz, çok fena! Ne ineceğim durak kalıyor, ne etrafımdaki insanlara karşı bir farkındalık... Bu alemden kopup, kendimin de tam olarak nereler olduğunu bilemediğim başka alemlere gidiyorum. O hikayenin bana düşündürdüğü insanlar geliyor aklıma. Geçmişimden, adını sanını çoktan unuttuğum bir simâ fırlayıveriyor, hatırlatıyor kendini. Ya da hiç yaşamadığım, hiç yaşamayacak olduğum, hatta bazen var olmayan dünyalara gidiyorum. Böyle olsaydı nasıl olurdu acaba yaşamımız diye cümleler kuruyorum.
Bu öykü de son zamanlarda beni kendimden geçiren, içimden bir şeyleri alıp götüren öykülerden biri oldu. Kimler kimler gelmedi ki aklıma. Sonra kendimi düşündüm. Bende ne kadarı var acaba bu zırhların dedim. Yoksa hiç yok mu? Peki olması mı iyi, olmaması mı?
Hayatın acımasızlığına, silahlara, bıçaklara, kılıçlara karşı kendini korumaya almış, adeta dışında bir zırh yaratmış bir insan, sevgi ve şefkat gördüğünde bütün zırhlarından arınıyor ve özünde aslında o hiç zarar vermediği sanılan darbelerden nasıl da yaralanmış olduğu ortaya çıkıyor. Kaç kişi var böyle etrafınızda tanıdığınız? Onu, zırhlarını çıkarmasını sağlayacak kadar çok sevmeniz halinde buna dayanamayıp öleceğini bilseniz, yine de sever miydiniz, sevebilir miydiniz? Peki ya neden böyle zırhlarla örmek zorunda kalıyor insanlar yüreklerini, bedenlerini, zihinlerini?
Son cümlelerim de yine bu kitaptan olsun:
"Seni nasıl böylesine hırpaladılar? Aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp gitmene; iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde başını öne eğmene; bedenin çırılçıplakken kafanı yastıkların altına gömmene kim neden oldu? Senden neyi esirgediler?" Bütün bunları soran Sergio elbette. Benim yanıtımsa uzun, bitimsiz bir suskunluk).
*Mandarin: Çin'de devlet memurluğu yapan kişilere verilen ad.
17 yorum:
Zerrinciğim çok severim Aslı Erdoğan'ı,tüm kitaplarını okudum, Giresun'a gelmişti tanışma şansım oldu.çok tatlı bir insan.okuyalı çok olmuştu yazından sonra tekrar bi bakmak istedi canım.keyifli okumalar.sevgilerimle...
Zerrin yazmışım canım kusura bakma olur mu....
Aşkolsun Neslihancım, hiç bakar mıyım:) hem alışkınım ben bana Zerrin denmesine:) Aslı Erdoğan çok özel bir yazar ve çok özel bir kadındır benim gözümde. Dönüp dönüp okunası bir yazardır ki, sanırım benim kütüphanemde de okunmaktan en çabuk eskiyecek kitaplarım arasında kesinlikle onunkiler de var:)
Ben nicedir sesini duymuyorum Aslı Erdoğan'ın. Sahi nerelerde, sen biliyor musun?
Aslını istersen çok bilmiyorum Tijencim. Hakkında en son bildiğim, Kırmızı Pelerinli Kent'in Almanca basılmış olduğu ve Alman edebiyat dergilerinde çıkan haberlerdi. Ama 2006'dan beri çok yok ortalarda. Yine bir küskünlük dönemi mi yaşıyor bilemiyorum.
Çok güzel bir öyküymüş. Kitabı da çok merak ettim doğrusu.
çok büyüleyici gelir bana böyle hikayeler,
kısa ve net !
teşekkürler zerenciğim...
sevgiler.
Bir insanın ömrünün basılı tüm kitapları okuyamayacağını biliyorum. Ama işte ama daha kitaplıkta okunmayı bekleyen 20-25 kitap var. Çünkü kitapçıya girince ya da önünden geçince kitap almadan duramayanlardanım. Böyle olunca yığılıyor tabi. Bir de böyle sizin gibi arkadaşların sayfalarında görüp içim gidenler var. Nasıl çıkılır bu işin içinden bilemiyorum. Sesli kitap Türkiye de de yaygınlaşsa mesela, yolda yürürken de bir kitap dinlesem diyorum. Ama aynı zevki almak , konsantre olmak sorunu var. Ama bu konuda kafa yoruyorum ve çözücem bu işi.
Aslı Erdoğan'ın bu kitabını okumadım ama kitap sepetime attım. Sevgilerimle
Aslı Erdğan'ı bundan yıllar yıllar önce, Radikal Gazetesi'nin yayın hayatına yeni başladığı dönemdeki köşe yazıları ile tanıdım ilk kez sonra "Mucizevi Mandarin" ile...
Şahane bir kitaptır. Aşkı o kadar farklı bir boyutta ve sözcüklerlerle anlatır ki, donar kalırsınız. Okuduğum kitaplar bir süre sonra aklımdan silinir. Çoüu zaman ana temayı bile unuttuğum olur. Fakat bu kitapta yazılanların bir bölümü neredeyse cümle cümle aklımda.
Yazınla yeniden hatırladım:) Sadece kitabı değil, hayatımın o dönemine ait tüm gülümseten anılarıyla...
Yalnız kitabın kapağı değişmiş. Eski kapak tasarımı daha güzeldi bana kalırsa.
Sevgiler...
Sevgili Bad'lik Amiri, tavsiye ederim ama insanın içini çok lime lime eden bir kitaptır bu, beni yıktı geçti.. yani demem odur ki, sağlam bir zamanında okumalı insan bu kitabı...
Nunucum ben de kısa öyküleri çok seviyorum, ama bunları yazmak da ayrı bir maharet istiyor. yazarlıkta aslında en zoru budur: kısa ve net olmak. yapabilen gerçekten yazardır benim için de.
Sevgili Lale, ben de yetişemesem de bir türlü okumak istediklerime yine de sanırım sadece onlara dokunarak devam etmesini istiyorum bu serüvenin. Boşver, hiç bitmesin okumamız gerekenler. bir de tersinin olduğunu düşünsene: deli gibi okumak istiyorsun ama herşeyi okumuşun ve geriye bir şey kalmamış! kitaplar önden koşsun biz de hep arkadan yakalamak için çaba sarfedelim bence:)
Güldencim Aslı Erdoğan'ın bütün kitapları aralara sıkıştırdığım notlarla dolu. Acayip bir duygu yoğunluğu yaşıyorum onun kitaplarını okurken. ve dediğin gibi, gitmiyor satırlar, yapışıp üzerine, senle birlikte yaşamaya devam ediyorlar... Eski tasarımını bilemiyorum ama benzer duygu benim için pek çok kitap adına geçerlidir. nedense ilk göz ağrısı olan o kapaklardan sonra gelenleri bir türlü kabullenemem... sevgiler canım:)
Şu anda elimde olan kitap. GerçEkten muhteşem ilerliyor ve çok yoğun duygular içindeyim.
Sonuç şu değilmi..bizleri en sevdiklerimiz acıtıyor, kanatıyor..
merhaba.blogunu cok begendım.nerden ızlıcem senı bulamadım.
Tam da bu hikayede yazan şeyler hakkında düşünürken ne de iyi geldi bu yazı.
Özlemcim sen çoktan bitirmişindir şimdi kitabı:)
Ufuk Çizgisi, sevdiklerine karşı gardını düşük tuttuğu için insan, en büyük darbeleri de onlardan alabiliyor tabi... Ya da dışarıdan alınan darbelerin tüm yara izleri, sadece sevdiklerimizin yanındayken belirgin hale gelebiliyor...
Dolunay çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. izleme butonunu koydum, ordan takip edebilirsin.
Sevgili Kafa, bana da tam öyle bir zamanda denk gelmişti bu öykü... edebiyat bunun için güzel değil mi ki zaten?
zerencim oğluş için yazdıklarına teşekkürler canım.valla gel bir gün beklerim bol bol mıncıklarsın ama o da pek altta kalmaz söyliyim.
sevgiler
Zeren'cim çok etkileyiciymiş öykü gerçekten de.. Beni de düşündürdü.. Doğru iki yapboz parçası yanyana gelince zırhlar da tek tek yok oldu.. Elbette olacak o zırhlar, kendimizi korumak için en başta, ama hiç olmazsa bir kişi, tek bir kişi olmalı, karşısında "çıplak" durabileceğimiz..
Yorum Gönder