6 Mayıs 2008 Salı

Küçük İnsanların Zaferi

Soğuk kış günlerinde en çok, içimizi ısıtacak bir şeylere ihtiyaç duyarız. Dumanı tüten sıcacık bir kase çorba; buğusu ile burnumuzun ucunu, bardağının sıcaklığı ile ellerimizi, bir ufak yudumu ile içimizi ısıttığımız demli bir bardak çay; sıcaklığı ile değil de bol tarçınlı ekşimtrak tadı ile olmazsa olmaz bir bardak boza... Bütün bunlar tamam da, tek başına yeter mi? Bir şeylerin de ruhumuzu ısıtması gerekmez mi?

Ruhum bu sıcaklığa ihtiyaç duydukça (istisnasız her an) kitaplığıma yönelirim. Bilirim çünkü ordadır aradığım. Bazen daha evvel defalarca okunmuş, bazense henüz keşfedilmemiş yeni dünyaları, yeni hayalleri çekip alıveririm o raflardan. Yeni bir serüvene başlamanın heyecanı ile koltuğuma kuruldum mu, sıcaklığını arayan ruhum başlayıverir hüzünle, gözyaşı ile, acı ile, aşkla, sevinçle, kahkaha ile, hayretle, öfke ile, sabırla yoğrulmaya.

Geçtiğimiz kışın bu anlamda benim için unutulmazlarından biri idi Karşılaşma. Aşağıdaki yazı, bu kitabın bende bıraktığı izler sürülerek yazılmıştır. Daha evvel 22 Aralık 2007 tarihinde Bianet 'te de yayınlanan bu yazımı, burada da paylaşmak istedim.



"Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti" pek çok edebiyat okurunun bildiği gibi Orhan Pamuk'un Yeni Hayat isimli kitabının giriş cümlesidir ve artık rüştünü ispat etmiş bir yeniyetme gibi başka pek çok kitap için de kullanılan bir tanımlama haline gelmiştir. Bu nedenle artık belki biraz da klişeleşmiştir. Ama öyle bir an gelir ki, anlatmak istediğiniz düşünceyi o 'klişe'den daha iyi tanımlayabilecek başka bir ifade şekli bulamazsınız.

Markar Esayan imzalı Karşılaşma, hayatınızı değiştirmese de yüreğinizde hoş bir sıcaklık bırakacak başarılı bir çalışma. Hikaye, kurgulama ve üslubun birbirlerine son derece uyumlu bir şekilde harmanlanması ile okuduğunuz her satırın yüreğinize, beyninize ve bedeninize harf harf kazındığını hissediyorsunuz adeta. Ve böyle böyle gerçekleşiyor değişim; roman boyunca devam eden bütün dalgalanmalardan, gerilimlerden, arınmalardan geçerek yoğrulmuş bir zihin ve vicdan kalakalıyor en sonunda kucağınızda. Tıpkı romandaki tüm kahramanların acı çeke çeke, kanırtıla kanırtıla, tökezleye tökezleye bu değişimden geçmeleri gibi.

Romancılığın çekirdek ailesi hikaye, kurgu ve üslubun kesinlikle birbirlerinin üzerine basmadan, eşit bir önemde yükseldikleri etkileyici bir bütünlüğün eseri Karşılaşma. İlk olarak öykünün çok üstün bir çarpıcılığa sahip olduğunu düşünüyorsunuz. Hemen arkasından, öykü ne kadar çarpıcı olursa olsun, her hamlesi finale kadar hesaplanmış başarılı bir satranç oyunu gibi dahiyane bir kurgulamaya sahip olmasaydı, öykü böylesine bir etki yaratamazdı diyerek kurgudaki başarıyı öne çıkarma eğilimine giriyorsunuz. Sonra içinizdeki edebiyat aşığı ses birden bağırmaya başlıyor "Peki ya üslup, peki ya üslup?" diyerek. Ve ister istemez teslim bayrağını açmak zorunda kalıyorsunuz ki, mevzu bahis dönemin diline uygun ve şiirsel masalsılığın çok başarılı bir şekilde harmanlandığı bu üslubun hakkını teslim etmek bir farz oluyor.

Okuyucuyu daha ilk satırından içine alan İlk Söz isimli bir oyunla başlıyor kitap. Bilmecelerle dolu bir oyun. Bir oyun, çünkü ilerledikçe bütünü anlaşılmaya başlanacak bir bulmacanın ilk karelerini doldurmaya başlamış olduğunuzu daha o dakikadan anlayabiliyorsunuz. Kitabın anlatıcısı olacağını anladığınız kişinin, yıllar boyu basılmasına yanaşılmayan hikayesinin son buluşunu okurken, başlangıca dair merak tohumları dimağınızda yerini çoktan alıyor. Evet, sonunu okumanın kitabı anlamsızlaştırdığı hikayelerden biri değil bu. Nitekim bunun bilinciyle yazar, son perdeyi daha en başından okuruyla paylaşmakta bir sakınca görmüyor. Öncelikle şunu belirtmeli; klasikleşmiş hiç bir kalıp, ne edebi anlamda ne de yaşamsal anlamda, geçerli değil bu kitapta. Zamansal döngüde son zannedilen başlangıç, başlangıç zannedilen son... O nedenle meraklı okurlarına da muzur bir sırıtışla gülümsüyor sanki Esayan, "Sonu size en başından söylüyorum" dercesine. Kısacası tembellik yapmanın yeri ve zamanı değil. Eğer merak ediyorsanız, satırlarında emek harcamanız gereken bir kitap bu.

Böylelikle Zayrmar Parseğyan'la tanışma gerçekleşiyor. Hayatının son deminde tanıştığınız bu adamın birazdan anlatmaya başlayacağı hikayesini can kulağıyla dinlemenizi tavsiye ederim. Zira bu öyle kolay kolay rastlanacak ve tecrübe edilecek bir hikâye değil. Sayfalar, keza öykü ilerledikçe bir dünya ile tanışıyorsunuz. Ermeniler, Rumlar, Alevi ve Sünni Türkler, Çingeneler ve daha nice farklı farklı kökenden gelen bir dolu insanın kendi hayat rollerini oynadıkları bir dünya. Tanıdık geldi değil mi? Bir zamanların Türkiye'sini ve İstanbul'unu mu çağrıştı size? Yanılmadınız! Mekanımız İstanbul; şimdilerde bu kültür çeşitliliğinin renkleri solmuş/soldurulmuş olsa da, hala yapılmak istenen gibi siyah ve beyaz olmaya direnen, solgunlaşmış olsa da görmek isteyen gözlerin farklı renkleri yine de seçebileceği, İstanbul'un yaşayan damarları Dolapdere ve Kurtuluş semtleri. Ve bir adam, Pehlivan Usta adında, ya da Kalaycı, siz hangisini kullanmak isterseniz. Geçmişin acıları ile yüklü, mağrur ve sessiz. Tıpkı o acıları yaşamış pek çok gayri müslimin de olduğu gibi. Ama öfkeden uzak. Barışmış öfkesiyle, akıtmış onu. Acıları ile yaşayabilmek için, gelecekte de yeni acıların üreticisi olmamak için unutmayarak yeni yarınlar kurmayı seçmiş, söylemesi kadar kolay olmasa da.

Zihinsel, düşünsel ve edebi anlamda kitabın okura sunduğu onca güzelliğin arasında bir tanesi var ki, ona ayrı bir paragraf ayırmamak günahların en büyüğü olacaktır: Gomidas Vartabed. Sadece Ermeni tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli müzik adamlarından biri sayılması gereken bu isim, yaşadığı dönemde çevresine kattığı zenginliği Karşılaşma'nın satırlarından da esirgememiş. Bu önemli şahsiyetin yaşamı ile ilgili satırbaşlarını bu sayede öğrenebilsek de, kanımca en önemlisi tehcir zamanı yaşadığı insanlık dışı muamele sonucu zihninin geçmiş olduğu sessiz direniştir. Yaşadığı zalimliklerle dolu dünyayı yaşanmaya değer bulmadığı anda kendisini, mesken tuttuğu bedene hapsederek dış dünyaya kapaması, Gomidas Vartabed'in tehcir öncesi dönemi kadar üzerinde durulmaya değer. Ölene kadar kaldığı Fransa'daki hastanede gördüğü rüyalardan da anlaşılacağı gibi kendi zihninde yarattığı dünyada yaşamaya devam etmiştir aslında büyük usta.

Sorunların, sanılanın aksine, 'büyük insanlar' (politikacılar, devletler) tarafından değil, 'küçük insanlar' tarafından çözümlenebileceğini savunan bir kitap Karşılaşma. Birbirlerine sırtlarını değil de yüzlerini dönmeyi başarabilmiş küçük insanların zaferi, Pehlivan Usta gibi, Derviş Efendi gibi... Klasikleşmiş hiç bir kalıbın bu kitapta geçerli olmadığının boş yere söylenmediği gibi, 'küçük' insanlar gerçek anlamda büyük, 'büyük'ler ise küçük bile olamayacak kadar anlamlarını yitirmiş ve etkisiz.

Biliyorum, siz de böylesine büyük bir ‘küçük insan’ tanımıştınız. Unutmayı değil, özellikle hatırlamayı seçtiği acılarından, o acıları duymak bile istemeyen insanlara doğru koskocaman bir hoşgörü köprüsü inşa eden bir büyük ‘küçük insan’, Hrant Dink… Ve öyle bir an geldi ki, kendimin de aslında bu romanın bir kahramanı olduğunu anladım, o ana dek adım hiç geçmemiş olsa da. Bu dünyadan ahirete yolculuğa çıkan bir kahramanın evinin önündeki mahşeri kalabalığın arasında “Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz …’ız” diye bağıran kitaptaki ben; bir sene önce bir başka kahramanı uğurlarken ki ben gibi… 23 Ocak 2007 Salı günkü ben/ biz, bir sene bile dolmadan bir roman kahramanı olacağımızdan habersiz çınlatmıştık sesimizi bu ülkenin aydınlık semalarında. Belki KARŞILAŞMAmıştık hiç, belki bilmiyorduk kalabalıklarımızı. Ama artık biliyoruz ve şimdi yeni bir KARŞILAŞMA zamanı. Siz de o kalabalıktan biri iseniz okuyun, ama çok daha önemlisi okutun! Kalabalıktan olmayanlara, zenginliklerimizi anlamayanlara… KARŞILAŞMAk anlatacaktır!

3 yorum:

Ordanburdanhayattan dedi ki...

ben de aynen anlattığın gibi ruhuma nefes aldırmak için kitaplığa koşanlardanım.hatta bir okuduğumu bir daha bir daha okumayı da severim,bir öncekinde anlamadığımı ya da farkına varamadığımı alıyorum.bu aralar oğluş izin vermiyor pek elime kitap almamı ama bu kitabı merak ettim doğrusu

zero dedi ki...

Bence en büyük keyif, ileride oğluşun da biraz büyüyüp okumayı yazmayı öğrenince karşılıklı kurulup koltuklara birlikte kitap okumanız olacaktır.

Benim hep hayalimdir, bir gün çocuğum olursa onunla birlikte kitapçı raflarını birbirine katmak. O kadar sevse ki kitap okumayı, her raftan bir kitaba el attığında "aa bu seferlik yeter bu kadar, bunları da başka zaman alırız" demek zorunda kalsam:)

Adsız dedi ki...

Aynen Zeren ben şimdi oğluma bunu söylüyorum, oğlum yeter artık bunu da sonra alalim diye. Çok büyük bir keyif oğlumla kitapokumak. Ama oğlum henüz 3,5 yaşında, karşılıklı okuduğumuz günlerin hayali kuruyorum.

Sevgilerimle