24 Ocak 2013 Perşembe

Zorba üzerine iki kelam...

Bazı romanlar hakkında yazmak ne zor. Hâşa deyip oturası geliyor insanın. Bitireli günler oluyor, geçiyorum yazı masasının başına, kitabın hakkını verecek iki satır yazayım diyorum, yok! Eğreti kalıyor, sevmiyorum, romandaki kadar samimi ve güçlü bulmuyorum yazdıklarımı ve siliyorum. Madem öyle dedim, ben de bu çaresizliğimi anlatayım.

Bana sorarsanız biraz yürek ister Aleksi Zorba'yı okumak. Çok yürekliydim, üstelik biri on sene kadar evvel, biri de geçenlerde olmak üzere iki kere okudum, demek istemiyorum. Bendeki olsa olsa ateşin üzerine odun atmak olabilir. Cevabı bulunmamış soruları hala kendime sorabilmedeki "açık yaraya bıçak sokma" haline duyulan sadistçe bir merak, yüreklilikten ziyade. Ama yine de sözümün arkasındayım, yürek ister bu romanı okumak. Neden mi?


Özgürlükten başka içine çer çöp herşeyi attığımız hayatlarımızı hallaç pamuğuna çevirdiği için. Eğer okuduklarınız boğazınızda kalırsa bir tükürüğe bakar çıkarıp atmak; lakin sindirmeye bakın. Büyük büyük lokmalar... Kolay değil bağırsaklara kadar yürüdüğü yol. Ha sonuçta orda da akıbet aynı, bir bok çukuruna dökülüyor belki yine herşey ama yok aynı değil. Bağırsaklara kadar yürümeyi başardıysa vücuda giren, kana karışacak bir şeyler bırakmıştır geride. İşte o noktada, geçmiş olsun!

Kölelik ve özgürlüğün kantara çıktığı terazide köleliğin hep ağır geldiği nesilleriz biz. Bilekteki zincirlerin kırılmasının özgürlük olduğu zannına bir süre kanıp şimdi şimdi aymaya başladık o zincirin hala orda olduğuna ve farkın sadece, zincirlerimizi ellerinde tutan gücün hemen dibimizde değil, uzağımızda durarak oyun alanımızı biraz daha geniş tutmasından ibaret olduğuna. Onca paranın, onca sosyal ve ekonomik imkanın içinde bile neden boğuluyor olduğunu çözemeyen suretini görüyor insanoğlu, her sabah işine gitmek için çıktığı ev kapısının dibinde duran boy aynasında.

İşte bu yüzden yaşamaktan bahseden biri çıkınca karşımıza affalıyoruz. Ahkam kesmeye meraklı, filozof kılıklı çok bilmiş kelime cambazlarından farklı, parmak sallayan değil, günahıyla sevabıyla yaşanmış hikayeler anlatan biri...


Kitabın içi çizilmiş onlarca satırla dolu. Başlarken elime aldığım kurşun kalemin boyu açıla açıla ufaldı üç dört hafta boyunca. Evet, üstelik normal okuma tempoma göre oldukça da uzun sürdü bitirmem. Lakin zor okunur olduğu için değil, bazen hep ileriye doğru değil de, geriye doğru da ilerlemek istediğim için.

Bakıyorum altı çizili satırlardan hangisini paylaşsam diye. Bir alıntısız bitirmeyeyim yazıyı diyorum. Ve fakat birinde karar kılsam yan sayfadaki çeliyor aklımı, sonra o derken bir başkası... Sonra "hadi" diyorum "yine yazar Kazancakis kendi cümleleriyle anlatsın kahramanını".

Geç uyudum. "Hayatım boşuna geçmiş" diye düşünüyordum; elimde olsa da bir sünger alıp bütün okuduklarımı, bütün görüp işittiklerimi silsem ve Zorba'nın okuluna girip büyük ve gerçek alfabeye başlasam! Ne kadar değişik bir yola girmiş olurdum! Beş duygumu ve bütün tenimi, sevip anlamaya iyice talim ettirmiş olurdum. Koşmayı, güreşmeyi, yüzmeyi, biniciliği, kürek çekmeyi, otomobil sürmeyi, atıcılığı öğrenirdim. Ruhumu tenle, tenimi de ruhla doldururdum; kısacası, içimde barıştırırdım bu yüzyıllık iki düşmanı...

3 yorum:

yeliz dedi ki...

Zerencim öyle anlattın ki haddim olmayarak okuyacağım. Sevgiler teşekkürler:)

zero dedi ki...

Yelizcim o had hicbirimizde yok da, ah ceke ceke okuyoruz iste:)

Gorki dedi ki...

"Zorba" mutlaka okunması gereken bir kitap. Pek çok yere götürebilir insanı, pek çok farklı ufuk açabilir. Anlatısıyla da anlatımıyla da değerlidir. Siz de gayet güzel teslim etmişsiniz hakkını. Kaleminize sağlık.

"Zorba" yı okuduktan sonra ben de üzerine yazma "hadsizliğinde" bulunmuştum. Şöyle bir şeydi:

http://gorki-diyor-ki.blogspot.com/2010/10/ozgur-peygamber-zorba.html