Hiç öyle burun kıvırmayın. Son derece önemli bir konudur çorbanın kıvamı. Fazla sulu oldu mu ağıza gelmez, tadı olmaz; koyuysa da bebek maması gibidir. Velhasıl lezzetli bir çorba için çok önemlidir kıvam meselesi.Hele de kendini mutfağa adamış yeni yetme bir aşçı adayının ilk pratik sınavının konusu "çorbalar" olunca haliyle daha bir önemli hale geliyor kıvam mevzusu.
Siz hiç bir buçuk saat içinde birbirinden farklı üç çorba yapmayı ve aynı anda tüm çıkan bulaşıkları yıkayıp üst baş hijyeni açısından da lekesiz bir beyazlıkta olmayı denediniz mi?:) Deneyin, çok heyecanlı oluyor:) Birinin adına minestrone demişler ki kendisi İtalya'dan gelmiş; öbürüne soğan çorbası diyorlar ki menşeğinin Fransa olduğu bilinmekte; üçüncüyse yeşil mercimek çorbası ki sunumu ve lezzeti itibarıyla bildiğimizden biraz farklı ve dillere destan...
"Kıvamı ya tutturamazsam, ya lezzeti kötü olursa, ya yetiştiremezsem" tarzındaki endişe dozu yüksek bilimum cümleyle yüklü bir halde yüzerek okula ulaşma çabası içindeydim bugün yine sabahın kör karanlığında. Yüzmek diyorum çünkü bu yağmurda her yanı koca koca göletlerle dolmuş olan İstanbul'da ulaşımın tek yolu yüzme haline gelmişti bu sabah itibarıyla.
"Sakın soğan çorbasının ununu koymayı unutma, minestrone'nin sebzelerinin diri kalmasına dikkat et, mercimeğin kıvamını sakın kaçırma" tarzındaki uyarı cümleleri beynimden film şeridi gibi arka arkaya sıralanırken "ya senin kıvamın nasıl bu aralar" diye bir soru beliriverdi içerden bir yerlerden. "Kendinin tuzunu, biberini, kimyonunu koyuyor musun unutmadan, ihmal etmeden?"
Nasıl bir iç sesse bu, konuştuğu andan itibaren bana bunu düşündürdü bütün gün. Her birimiz bir çorbadan farksızız aslında. Kıvamlarımız var, kimi zaman koyu, kimi zaman açık; lezzetlerimiz kimi zaman dengeli, kimi zaman dengesiz. İçimize bize gereken malzemeleri ne kadar fazla ya da az kaçırdığımızla ilgili aslında hepsi. Çorbanızın ana malzemesini iş mi oluşturuyor aşk mı örneğin? Tuzunuz, biberiniz sanat mı, spor mu? Biri biraz az ya da çok kaçtığında nasıl da tadımız değişiyor, tıpkı çorbalar gibi, tıpkı makarnalar gibi, tıpkı kekler, börekler, çörekler gibi, kısacası tıpkı mutfakta pişen her şey gibi.
Boş yere "müziğin de, sinemanın da, kitapların da, aşkın da, doğanın da, gözyaşının da, acının da, kısacası hayata dair ne varsa hepsinin mutfakta barınıyor ve yaşanıyor olmasından dolayı" mutfağı/mutfakta olmayı bu kadar çok sevdiğimi yazmamıştım bir yazımda. Biziz aslında mutfaklarda pişen. Bizim neşemiz kaynıyor, hüznümüz kavruluyor, sevgimiz kızarıyor... Her şey, özünde bizim kıvamımızla alakalı...
Peki benim kıvamım nasıl mı bu aralar? Mercimek çorbası başarılı, soğan çorbası çok lezzetli, minestrone de tama yakın (fasulyeleri biraz daha pişirmem gerekiyormuş) yani sonuç 96:) Anlayacağınız bende kıvam oldukça yerinde bu aralar:)
Kitabımı, çayımı, kahvemi, dost sohbetini, neşeyi, kahkahayı, kıvamında bir hüznü ihmal etmiyorum. Bir tek film izleme dozunda bir düşüklük var ki, o da minestrone'deki az pişmiş fasulyeyi temsil ediyor bünyede:) Demek bu ihmali de çözmeliyiz ki çorbamız tam kıvamında olsun...









