Bir senenin en büyülü zamanları ne zamanlar diye sorsanız bana, sanırım hiç düşünmeden yılbaşı ve öncesindeki bir aylık süre diye cevap veririm. Şehirlerin dört bir koldan ışıldamaya başlaması, her gün önünden geçtiğim dükkanların, caddelerin, kafamı kaldırdığımda evlerin aralık kalmış perdelerinin kenarından gördüğüm yeni yıl ağaçlarının o ışıl ışıl süslü hali bende bu hissiyatı yaratan...Dün gece güzel bir Beyoğlu akşamında sinema keyfine doğru yollanırken yolumu önce Cevahir Alışveriş Merkezi'ne düşürdüm. Canım fazlasıyla süslü süslü dükkanları dolaşmak, şıkır şıkır çanak çömlekleri ellemek, eşsiz güzellikteki kahve fincanlarından asla hangisini beğendiğime dair karar veremeyip en iyisi hepsinin benim olduğunu hayal etmek falan istiyordu. Sevgiliyi bekleme sürem de epey fazla olduğu için bu fırsatı değerlendirmek istedim.
Genelde böyle durumlarda bakmak istediğim onca dükkan varken Tepe Home'un ışıltısına dayanamayıp giriyor ve sonra da yarım saat içinde sadece on metrekarelik bir alan içinde ne kadar obje varsa hepsine dokunup, bütün mumları koklayıp sarhoş olmuş bir şekilde kendimi dışarda buluyorum, zira yetişmem gereken yere geç kalma sınırına gelmiş oluyorum.
Dün de yine dayanamadım ve Tepe Home'a girdim. Girmemle beynimde 1 Ocak 2009 sabahı "bir sene sonra tekrar buluşmak üzere" diye süslü sandıklarıma koyup bıraktığım bütün heyecanlarım, çocuksu çoşkularım, anılarım, yaşıma başıma bakmadan zıp zıp zıplamak isteyen dağlar kızı Heidi hallerim, hepsi ama hepsi bir anda bedenime üşüştüler. Çünkü hemen girişteki tezgahların tamamı daha şimdiden yılbaşı süsleriyle, mumlarıyla, Noel babalarla, minik çam ağaçlarıyla dopdoluydu. Ve benim her birini elleme, koklama, hayal etme üçgeninde seyreden seansım tamı tamına 45 dakika sürdü. Halbuki 15-20 dakika bakıp çıkacaktım.
Senenin ilk yılbaşı hediyesini de 22 Ekim itibarıyla almış bulunuyorum. Bu işten en karlı çıkan da sevgili oldu tabi ki:) Daha böyle kaç posta yılbaşı hediyesi alacak tarafımdan kimbilir:)
Biliyorum daha çok zaman var, biliyorum daha çok yaşanacak şey var. Hatta araya kısa bir seyahat, yeni yerler, yeni yollar, yeni insanlar girecek. Ama olsun, yeni yıl çoşkusu şimdiden içime girdi bile ve gittiğim her yere de benimle birlikte gelecek.
Gariptir kişisel olarak yılbaşlarına giden süreci çok coşkulu ve heyecanlı bir şekilde yaşarken kalemim daha çok hüzün cümleleri kurduruyor bana. İki yıl kadar önce yazdığım bir yılbaşı hikayesi gibi... Ve ne zaman aklıma yeni yılla ilgili yazılmak üzere bir hikaye gelse hüzünden türemiş olması belki de tek ortak yanı oluyor yazdıklarımın. Her çoşkuda, her mutlulukta bir de hüzün saklı olduğunu unutmuyor bir yerlerim sanırım. Çoşkuyu yaşasam da, hüznü de yazarak akıtmayı tercih ediyorum galiba.
Kasım ve Aralık, sakın çok hızlı geçmeyin olur mu?

Benim için sonbaharın gelişi, Beyoğlu'yla aramdaki çekim kuvvetinin artmasıyla anlaşılıyor. Her daim, engelleyemediğim bir güçle kendimi ara sokaklarda bir taburenin üzerinde çay yudumlarken, kitapçılarda yerlere çömelmiş sayfa sayfa kitap karıştırırken, iş çıkışı film keyfi şerefine bir köşe başında sevgiliyi beklerken, Asmalımescit tarafına her gidişimde yeni bir mekan ya da dükkan keşfetmenin çılgınlığıyla kendimden geçerken buluveriyorum kendimi. Yazın yakınına bile yaklaşmak istemediğim bu uyumak nedir bilmeyen semt, sonbahar ve kış aylarında benim için açılmayı bekleyen gizemli bir kutuya dönüşüyor.
