11 Ağustos 2009 Salı

Murakami Olayı

Başlık için ne desem diye uzunca bir süre düşündüm. Ve bu adamı anlatmaya nasıl başlasam diye de... Tanıştım tanışalı sorgu sual, bir debelenme ve iç geçirme halleri... İçimdeki konuşan sesler korosunun çeşitliliği daha bir arttı, güçlendi, hani sanki yıllardır aradığı şefine kavuştu da daha bir akortlu, daha bir kendine güvenli çalmaya başladı.

Durup düşünüyorum, Haruki Murakami ile tanışmamın hayatımın bu dönemine denk gelmesinin de bir anlamı olması gerek diye. Bir yanda içimde eşelediğim, kendimi tanımaya çalışırken kanattığım yaralarım, sonra yeter artık daha fazla kanamayın derken hangi yaraya nasıl bir merhemin iyi geleceğini anlama çabalarım... Her yaranın üfleyerek geçmeyeceğini, zaman, emek ve ilgi de gerektiğini kabullenişlerim... İnsanın ruhu, bedeni vasıtasıyla konuşuyor zaman zaman aslında. Hastalıklar, vücudumuzda yarattığımız sıkıntılar hep benliğimizin zaaflarının bir yansıması. Vücudumuz çoğu zaman bize sinyaller gönderiyor; benliğimizin yaralı taraflarını bize bir bir okuyor. Kendi yöntemiyle... Sadece bu dili çözebilmek, ne dediğini anlamak için biraz çaba gerekli. Bunu anladıktan sonra toparlamak daha kolay oluyor da, anlamak o kadar kolay değil ne yazık ki. Bazen çok yıpratıcı olabiliyor. Hatta ve hatta anlama aşamasına gelebilmek için iyicene bir dibe vurmak bile gerekebiliyor.


İşte tam da bunların ayırdına varmaya çalışırken, ağzımdan çok ruhumun konuşmasına ihtiyacım olduğu bir dönemde tanıştım ben, kökleri Japonya'da, ruhu kendi bilir nerelerde olan bu dünya insanıyla. İlk okuduğum kitabı "İmkansızın Şarkısı"ydı. Hala hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor, ben okumadım, yaşadım o kitapta. Hafıza ve ezber yeteneği eksilerde dolaşan ben, cümleleri kazıdım beynime; ezberledim, zerre çaba göstermeden.

Mart ayıydı. Havalar soğuk, sabahlar karanlık. Henüz daha o zamanlar uykularımla barışmamıştım. Sabaha karşı uyanır, bir daha uyuyamazdım; yatağın bana zindan, kitapların her zamanki gibi dost olduğu günlerdi. Daha gün ağarmamışken uyanmıştım yine. Bir iki dönüp durmadan sonra bugünlük de uyku buraya kadarmış deyip başucumdaki lambayı açmış, "İmkansızın Şarkısı"nı almıştım elime. Nereden bileyim, o anların benim için unutulmaz olacağını.

30 sayfa civarında bir şey kalmıştı kitabın bitmesine. Benim için çoktan unutulmaz bir okuma tecrübesi olmuştu ya, yine de bir şey vardı o son sayfalarda. Sayfalar ilerlerken bir yandan da gün ağarıyordu. Yatağım hemen pencere kenarında, gün ışığındaki tüm değişimler kitabın sayfalarına yansıyordu. O 30 sayfayı okurken ben ne yaptım hiç hatırlamıyorum, sanırım gerçekten orda değildim. Kitabı kapattıktan bir süre sonra geldim kendime. Ağlamışım, farkında olmadan. Boğazımdaki düğüm günlerce gitmedi.

Yaşama dair sorgulamaları, dertleri, insan olgusuna yaklaşımı o kadar başka, çeşitli ve benliğin üzerine çıkan bir noktada ki! Her insan başka bir insan ve her insan başka bir dünya Murakami'nin kitaplarında. Yaşam algıları ve insanı kabullenişleri, benmerkezciliğin o kadar dışında, o kadar uzağında... Hele de biraz varoluşunuzu, yaşamınızın anlamını sorgulayan bir insansanız, etkisine kapılmamanızın imkanı yok. Yüzüme tuttuğu ayna o kadar çok yerimi aydınlattı ki, gözyaşlarım bir temizliğin sinyalleriydi bana göre. Bedenimin bu seferki işaretini doğru yorumladığımı sanıyorum.

Daha sonra "Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında" geldi ve şimdi de "Yaban Koyununun İzinde"... Çok söz edilen "Zemberekkuşunun Güncesi"ne ise baskısı bitmiş olduğu için hala ulaşamadım, çıkdırmak üzereyim. Yayınevine mail ve telefonla baskı yapmak da dahil her türlü yolu denedim bir an evvel yeni baskısını yapsınlar diye. Bir, kapılarına protesto çelengiyle dayanmadığım kaldı. Artık sahaf sahaf dolaşacağım mecburen (aslında keyifli bir bahane bu bana) ikinci elini bulabilmek için.


Çok fazla derinlemesine bilmemekle birlikte Asya ve Uzakdoğu toplumlarının yaşama ve dolasıyla ölüme bakışlarındaki başkalık beni çok fazla kendine çeker oldu. Her yeni keşifle daha fazla okumak, daha fazla öğrenmek istiyorum. Bizim de yoğrulduğumuz pek çok benzer ya da farklı sorunla onlar da karşılaşıyor olsalar da, okudukça ve izledikçe bu kültürlerde daha bir dinginlikle, durulukla ve netlikle karşılaşıyorum. Ölüm ve acıya karşı yaklaşımları bile böyle. Ölüm asla karanlık ve korkulası bir durum değil. Hele korkulası hiç değil. Sadece başka bir boyut ve insanın her daim bu boyutu tercih etmeye hakkı var.

Yaşamla barışık olmak kolay. Ama ölüm gibi bir bilinmezlikle bile barışmayı becermiş insanlar, yaşamı da daha hakkını vere vere yaşıyorlar. Yaşamının hakkını vere vere yaşayan insan, kendi isteklerinin, beğenilerinin, tercihlerinin farkında olan bir insan oluyor. Empozelerle, baskılarla, dayatmalarla yaşamayı reddediyor.

Yukarda da dediğim gibi insanların ruhları, biraz da bedenleri vasıtasıyla konuşuyor aslında. Örneğin siz hiç obez bir Uzakdoğulu gördünüz mü? Elbetteki bedensel tek sakatlık obez olmakla sınırlı değil, eminim o kültürün insanlarının da çözmesi gereken başka ruhsal/bedensel sorunları vardır. Ama yoga, meditasyon vs gibi insanın, bedeni vasıtasıyla ruhuna bakma felsefesi geliştirmiş olan bu toplumların, yaşamlarıyla daha barışık ve dingin yaşadıklarını düşünüyorum. Narin ve esnek vücut yapılarının da bu barışıklığın bir yansıması olması durumu doğru bir okuma gibi geliyor bana.

Murakami'den geldim nerelere. Ama daha önce de dedim ya, benim çok ihtiyacım var böyle sorgulara, suallere, kendimi dinlemeye, isteklerimi keşfetmeye, küslüklerimle barışmaya, barışık olduklarımla daha da mutlu olmaya...

Kitaplar her zamanki gibi en büyük yol göstericim, dostlarım... Kim tarafından yazıldıkları tabi ki çok önemli.

Hazır Japonya'da yaşayan bir arkadaşım da varken, bu gidişle Japonya yolculuğunu biraz öne almak da farz oldu sanırım:)

9 yorum:

serrose dedi ki...

Sadece Sinirin Guneyinde,Gunesin batisinda `yi okuyabildim ben de epey etkilenmistim.
Diger kitaplari da listemdeler ama sen bahsedince one almam gerekiyor diye dusundum.

Buralara duserse yolun gorusmek isterim sevgiler

laleninbahcesi dedi ki...

Benim belli yazarlara takılma dönemlerim olur. Bir başkmışım sürekli Amin Maolouf okurum, bir bakmışım Aslı Erdoğan , Elif Şafak takılmışım. İşte o aralarda bi sürü şey kaçırıyorum. Murakami onlardan biri. Ama şimdi Murakami zamanı diyorum, sizi de okuduktan sonra. Sevgiyle ve hep kitapla

yeliz dedi ki...

benim de lale gibi yazar takıntılığım oluyor. bir de sağlamcıyım kitap konusunda, illa ki dostların tavsiyesi olacak. bir sonraki yazarım murakami olabilir. uzakdoğu kültürü ile ilgili seninle aynı düşünceleri paylaşıyorum bu arada.
özlemişim seni, sevgiler

aslı'nın mutfağı dedi ki...

Zeren'cim çok merak ettim bu yazarı, daha önce hiç duymamıştım.. Yazını öyle beğendim ki mutlaka alıp okuyacağım.. Daha önce söylemişmiydim bilmiyorum ama seni hep bir edebiyat dergisinde yazar olarak hayal ediyorum :) Bence tam senlik.. Bu arada solda Küçük Deniz Kızı Ponyo'yu gördüm, onu da izlemek istiyorum.. Spirited Away'le tanımıştım Miyazaki'yi..

zero dedi ki...

Sevgili Serrose ne güzel olur Japonya'da buluşsak değil mi? Bir arkadaşım evlendi ve Japonya'ya yerleşti. Hatta bebekleri oldu bir tane, bir ay öncesine kadar Türkiye'delerdi. ziyarete geldiler. O kadar çok davet etti ki, gerçekten gelmeyi düşünüyorum. Bakalım:)

Sevgili Lale, o takılma halini ben de çok iyi biliyorum. Murakami de böyle takıldığım bir yazar oldu benim aslında. Ama ben İmkansızın Şarkısı'nı okuduktan sonra bir süre kitap alamadım elime. Çok etkilendim, çok yaşadım o hikayede. Kesinlikle tavsiye ediyorum.

Yelizcim eğer başlayacaksan sen de önce İmkansızın Şarkısı'nı tavsiye ederim. Bir yazarı hangi kitabıyla okumaya başladığın bence çok önemli bir hadise. Ne de olsa yepyeni bir dünya yazarlar da... Ve o dünyanın giriş kapısı önemli diye düşünüyorum:)

Aslıcım ne güzel demek böyle bir his yaratmışım senle. Aslında tam bir edebiyat dergisi olmasa da yine de yazının içinde olduğum bir işim var. Ama en büyük hayalim bir yayınevine geçmek o ayrı:) Ponyo'yu da muhakkak izlemelisin, harika bir film. İnan bazen Miyazaki'yle tanışmamak bir insanın hayatı için ne büyük kayıp diye düşünüyorum. Hatta ve hatta izlemediysen Kiki's Delivery Service ve Komşum Totoro'yu da DVD'lerini alıp izle derim:)

Adsız dedi ki...

Sende bıraktığı izi bana yazdığın günden beri listemde "İmkansızın Şarkısı". Başka yazarlara ve kitaplara takılmaktan sıra gelmemişti. Ama bu yazınla öne çıktı. Çok güzel bir yazı olmuş, ellerine yüreğine sağlık. Teşekkürler Zeren.

nehircce dedi ki...

Nasıl meraktayım şuan anlatamam :) sipariş için uğraşıyorum hatta :) teşekkür ederim.İyi ki paylaştın sevgiler

nehircce dedi ki...

İmkansızın şerkısını okuyorum.Senin tanıtımınla çok sevdim..teşekkürler canım.Hatta bugun yayınladığım yazımda kısaca bahsettim http://nehircce.blogspot.com/

sevgiler..

benimdunyam-emel dedi ki...

bir kitap bu kadar güzel reklam edilir, yazarını hiç tanımayan kitabın adını hiç duymamış insanları bile bu kadar okumaya özendirebilir.
sayenizde yakında ben de bir Haruki Murakami hayranı olacağım gibi...