
"Bundan uzun zaman önceydi, bir roman düştü gönlüme" diyor Aşk'ın kahramanı. Bundan uzun zaman önceydi, bir roman düştü benimse elime... Pinhan adında, gizli mi gizli, ancak siz dinlemeye hazır oldukça sırlarını paylaşmaya muktedir ve her zaman esrarlı, buğulu, hüzünlü bir karakterin yol arkadaşı olmak vardı kaderimde. Sessizce ama her satırda heyecanla nasiplenmiştim 'yoldaş' olarak payıma düşeni. O gün bugündür esrârı hiç azalmayan ve birbirini hiç tekrar etmeyen edebiyat maceramız sürüyor Elif Şafak'la.
Kalemini sevdiğim yazarları tanımayı pek tercih etmiyorum. Tabi bu benim elimde olan bir şeyse eğer. Bazen işim gereği ben istemesem de tanışma durumunda kalabiliyoruz kendileriyle. İster istemez yazarla okuyucu arasında görünmez bir bağ oluşuyor ve yurtarcasına okunan her satır, okuyucuyu yazarın müptelası haline getiriyor, kendine hayran bıraktırıyor. Ama olur da bir gün o yazarla tanışma 'şanssızlığına' erişirseniz, sizin yarattığınız isimle gerçeğinin arasındaki fark, sevgiden, nefret gibi çok bir uç bir duyguya bile sürükleyebiliyor insanı. Başıma çok geldiği için bilirim ki, bir daha o ismin yazdıklarıyla barışamazsınız; bir yerlerde bir şey kopmuştur ve bir daha da tamir edilemez.
Bunun tam tersini yaşadığım bir yazar benim için Elif Şafak. Yani yazdıklarıyla tanışmadan evvel, kendisini tanıma şansım olan bir yazardı kendisi. Daha doğrusu ben onu tanıdığım zamanlarda yazar değil, akademisyendi. Üniversite birinci ve ikinci sınıfta Avrupa Tarihi dersimizin asistanı olarak dersimize gelirken daha kitaplarını yayınlamaya başlamış ünlü bir yazar değildi. Ama çıkış tarihine bakacak olursak, belli ki o yıllarda ilk romanı olan Pinhan'ı yazma aşamasındaydı. Ama naifliği, sessiz hakimiyeti ve zerafetinin gücüyle okulun en sağlam isimlerinden biriydi. Öylesine sessiz ve sakindi ki, sınıfa girip de kürsüye yanaştığında nasıl bu kadar devleşebildiğini anlamakta zorlanırdınız. Onun için, hayatımda tanıdığım hitabet gücü en yüksek insanlardan biri diyebilirim. Bu kadar sakin konuşan bir insan nasıl herkesin dikkatini bu kadar üzerinde tutabilir? Cümlelerinin gücüyle olsa gerek! Kendisi belki bu düşünceme katılmayacak ve belki kendisini en iyi yazarak ifade ettiğini söylecektir ama ben onun mükemmel de bir konuşmacı olduğunu düşünürüm aynı zamanda. Yazarkenki kelimelerinin gücü, konuşurken de etkisini gösteriyor ve dinleyeni kesinlikle mıknatıs gibi kendisine bağlıyor. En alakası olmayan insanları bile kendini dinlemeye esir kılardı ama güzel olan şuydu ki, bu gönüllü bir esaretti. O yıllardan çok iyi hatırlıyorum, pek çoğumuz dersi, hiç bir şey anlatmayı beceremeyen profesöründen değil, asistan olan Elif Şafak'tan dinlerdik.
İlk kitabı Pinhan'ı raflarda gördüğüm ve heyecanla sarıldığım günden beri, her kitabını büyük bir merak ve istekle bekledim, okudum. Ve şimdiye kadar bir edebiyat sever olarak bu heyecanımı söndürecek edebi hiç bir hayalkırıklığıyla karşılaşmadım.

Son romanı Aşk da buna dahildir. Sadece iki gün içerisinde, adına "okuma" demenin zor olduğu, daha çok kitapla yapışık yaşama şeklinde ilerleyen bir serüvendi benimkisi.
Benim için hayatımın bu döneminde karşıma çıkan oldukça garip bir kitaptı da aslında. Çok insanın sorunlarına, çelişkilerine, hayatla olan anlaşmazlıklarına cevap veren, adeta okuyucusuyla konuşan bir romandı Aşk. Benimle de konuştu, hem de uzun uzun.
10-15 gündür bu kitapla ilgili bir yazı yazmak istiyorum ama bir türlü yazamıyorum. İçimden "notpad"e dökülen satırları yetersiz buluyorum ve her defasında yazının akıbeti çöp tenekesi oluyor. Sonra da diyorum ki kendime, bekle, elbet gelecektir bu yazıyı yazmanın da zamanı, o zaman da hiç zorlanmadan yazacaksındır. Ama yok, olmadı. Bir türlü gelmedi o zaman. Fakat şimdi anlıyorum ki, ben bu kitabı tam olarak istediğim gibi asla anlatamam. Öylesine bir ayna görevi gören bir roman ki, bir insanın içinde gizli saklı tuttuğu, kimselere belki kendisine bile söylemediği yanlarını bir anda ortaya seriyor ve aynada daha evvel pek de yüzleşmediğiniz bir aksinizle yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. İşte tam da bu nedenle anlatması çok zor bu kitabı, çünkü böylesine açık seçik, sansürsüz, tüm yaralarımla berelerimle, komplekslerim ve çelişkilerimle anlatmam zor kendimi. Sadece ben değil, bence kimse kendisine, bir üçüncü şahsı anlatırmışçasına böylesine sivri oklar yöneltemez, direk cümleler kuramaz.
Madem öyle, ben de bu durumumu anlatayım istedim. Böylesi bir aynayı kendinize tutmaya ne derece hazırsınız bilmiyorum ama eğer varsa cesaretiniz, bir dakika bile gecikmeyin. Evet bazen aynalar, insanlara görmek istemediklerini acımasızca gösterebiliyor ama emin olun, hayatta en kötü şey, yok saymak. Sorunları yok saymak, sıkıntıları yok saymak ve hep "...mış gibi" yapmak...
Romanın içeriğine dair her yerde okuyabileceğiniz şeyleri yazmak istemiyorum; sadece bende kalan izlerini sürmek ve paylaşmak istedim.