12 Ağustos 2008 Salı

Küçük Mutlulukların Peşinde...

Hiç bir zaman büyüklerinin peşinde olmadım zaten; ben aramadan kendiliğinden gelip beni buluveren küçük mutluluklar başımın tacı oldu. Ama bu aralar beni gelip bulmalarını bekleyecek kadar sabırlı ve sakin bir ruh hali içinde değilim. Hayatı sürekli bir eşeleme hali içerisinde kendimi küçük küçük şımartacak, mutlu edecek arayışların peşinde sabırsız ruhum. Öyle ki, her şeyi de beğenmez, eskiden onu mutlu edebilen pek çok şeyle de mutlu olamaz oldu. Ruh dengemin terazisi bu aralar dengesizlikten yana koyuyor ağırlığını.

Ama olsun, yine de beni mutlu etmeyi başarabilen küçük heyecanları yakalabiliyorum hâla. Kitaplarım... Onlar benim sessiz dostlarım. Sessiz demek de haksızlık olur ya... Kitap okumak istisnasız her zaman bir keyif benim için de, ben'in bana ağır geldiği zamanlarda daha bir teskin edici sanki.

Geçen gün kitaplarımı karıştırırken çok özlediğimi farkettiğim bir koku geliverdi burnuma. Sahaf kokusu... Üstelik yine özlediğim bir arkadaşımın bir sahafta rastlayarak bana armağan ettiği bir kitaptan geldi koku. O an uzun süredir görmediğim o arkadaşımı, Kadıköy'ün daracık sokaklarında keşfettiğimiz avlulu kafelerde ettiğimiz o sohbetleri ve kimi onunla birlikte, kimi onsuz Kadıköy Çarşısı'nda yaptığım sahaf gezilerini nasıl da özlemiş olduğumu hatırlattı bana. Evet, resimde gördüğünüz Dostoyevski'nin Suç ve Ceza romanının 1959 basımı İngilizce baskısı... Canım arkadaşım Ayça'nın, bir sahafın tozlu rafları arasından görüp beni hatırladığı ve her zamanki inceliğiyle bana armağan ettiği o günü hatırlamak, işte o küçük mutluluklardan biriydi bugünüme dair.

Bir de Eylül'ün geliyor olması bir mutluluk benim için. Sonbahar çocuklarının hepsi sever mi Eylül'ü bilmem ama ben çok severim. Ve sanki bu sene daha da bir hevesle bekliyor gibiyim bu kızıl renkli sonbahar güzelini. Neden mi? Bilmem! Belki hayatımda yoluna girmesini beklediğim şeylerin geçen zamana ihtiyacı olduğunu bildiğim için.

Bir de genelde her yazın sonuna doğru aslında sevdiğim bu mevsimin sıcaklarından yavaş yavaş sıkılmaya başlayıp kışın, sanat etkinliklerini kaçırmamaya çalışan bir kent romantiği olan Zeren'i özlediğim için... Yazın, o çok sevdiğim, kışları neredeyse her haftasonu en az bir günümü muhakkak orada geçirdiğim Beyoğlu'na gitme fikri aklıma her düştüğünde, "Uf şimdi bu sıcaklarda da o kalabalık hiç çekilmez" deyip vazgeçişlerimin bir sonu gelmeli artık diyorum. Ve biliyorum ki, Eylül tam da bu özlediğim şeyleri bohçasına koymuş olarak gelecek şehrimize. Ve ben de yavaş yavaş sezonunu açmaya hazırlanan tiyatroların, bu sene muhakkak izlemem lazım deyip not aldığım bale gösterilerinin, sonbaharla birlikte müjdelenen ve önce Filmekimi'yle başlayan film festivallerinin peşine düşeyim. Onlar kaçsınlar ben kovalayayım. Ama onlar hep benim önümden koşsunlar, ben "ona yetişemedim, bu çok pahalı, bilet kalmamış izleyemedim" diye ağlaya ağlaya yakınsam da, onlar hiç bitmesin; ben yakalamakla uğraşmaya sonsuza dek razıyım.

Siz de dışarda sonbahar yağmurları yağarken ya da kışın o ayaz soğuğu camları tıngırdatırken sinema salonlarına tıkılıp uzun zamandır gelmesini beklediğiniz bir filmi hiç bitmesin diyerek izlemeyi, film sonrası sıcacık bir kafeye sığınmak için koşturup ısınmak için çay ve kahveden yardım istemeyi, sevdiğinizle/eşinizle/dostunuzla film sohbeti yapmayı sevmez misiniz? Ne kadar özlemiş olduğumu yazarken daha çok farkettim. Şimdi ise sadece bütün bunların geleceği zamanı hayal etmek bir küçük mutluluk benim için.

Bir küçük mutluluk da bu sabah çaldı kapımı. Her şeyden çok tatile aşerdiğim bugünlerde baktım benim tatile, tatilin de bana geleceği yok, asla denizin yerini tutmayan havuza bırakıyorum denizi özleyen bu bedenimi. Bu sabah klor kokusunu duymaması için burnumla bir anlaşma yaptıktan sonra kapadım gözlerimi, sırtüstü bıraktım bedenimi ve kendimi çok özlediğim Ören'in o denizinde hayal ettim. Nasıl iyi geldi, nasıl mutlu oldum anlatamam. Sık sık yapardım bunu Ören'de denize girerken. Sırtüstü yatar, gözlerimi kapatır ve ben ve deniz haricindeki her şeyi dışarda bırakır, huzur bulurdum. Kışın daraldığın o sıkıntılı günlerde bu anı hatırlayıp huzur bul derdim kendi kendime. Mutfağını kışa hazırlayan hamarat hanımlar misali, ben de bedenimi, zihnimi hazırlardım bu şekilde kışa. Ve hep iyi gelirdi.

O anların ufak bir taklidi olsa da bugün yaşadığım, yine de beni mutlu etmeye yetti doğrusu. Zaten bütün bunlar da olmasa...

11 yorum:

Ordanburdanhayattan dedi ki...

zerencim çok incesin inan ki,tanışmadan bile benim için özel oldun ayrıca.karadeniz anılarım çok ayrıntılı değil ama en kısa zamanda toparlayıp yazacağım inşallah.
umarım çayla da arandaki soğukluk bir an önce biter.çaysız ne kitap çekilir ne de muhabbet.
sevgiler

:)den dedi ki...

Merhaba Zerenciğim,
Sıkıntılı dönemlerinde bile yazdıklarını keyifle okuyorum desem sana haksızlık yapmış olur muyum bilmem... Kimi zaman, "evet aynen bende" diyerek, kimi zaman gülümseyerek, kimi zaman da "hepsi geçecek" şeklinde söylenerek okuyorum seni.
Küçük mutluluklarını, kendini yormalarını, telaşlarını çok sevdim. Neden sevdim? Olduğun gibi olduğun için... Yaşamı geldiği gibi kucakladığın için...
Bazen hava günlük güneşlik olur, bazen parçalı bulutlu bazen de yağmurlu. Önemli olan "hepsi güzel" diyebilmek. Gelen herşeyi sevgiyle kabullenebilmek.
Yağmurlu bir Beyoğlu gününde bir pastanede sahlep içerek, sanat,tiyatro,sinema ve kitap sohbeti yapmayı çok isterim. Ankara'da yaşıyorum. İstanbul ziyaretlerim oluyor arada bir. Kimbilir belki bir gün küçük mutluluklarımızı paylaşarız...
Sevgiler...

:)den dedi ki...

Zerrinciğim tekrar merhaba,
Bıraktığın sevgi dolu yorumu okuyunca gözlerim dolu dolu, "İşte mutlu olmak için bir sebeb daha" diyerek kapını/blogunu çalmak geldi içimden.
Lokumlarını kap gel, likörler benden. Ankara'da bir evin var. Unutma emi!

Tijen dedi ki...

Güzel bir sabaha uyanıp kahvaltımı Ayvalık'ta ettim Zero. Darısı başına...

Sanem dedi ki...

Küçük şeylerle mutlu olmayı bilen, kitaplarla yolculuklara çıkmaya bayılan, eylül ayının kendisi için ayrı bir yeri olduğunu düşünen "ben" nasıl olur da bu yazıyı okuyunca gülümsemem. :)))

Ellerine sağlık sevgili Zeren.

tugce:-) dedi ki...

mutlulukları bile küçük büyük diye sınıflandırmaya zorlayan bir dünyada, insanların mutlu olmaya çok da değmeyeceğini düşündüğü "küçük" şeylerle mutlu olma kabiliyetini kaybetmeden, kimsenin çalmasına izin vermeden, bir kitaptan, bir anıdan, sudan ve havadan mutlu olabilerek yaşayana selam olsun:)

durutarifler dedi ki...

Sana hep küçük mutluluklar diliyorum.
Yolda yeşil ışıklar
Yağmur kokusu
Elmalı kekler
Pazar kahvaltıları
Falında balıklar

funda dedi ki...

yeni ve güzel bir blog bulunca da seviniveriyor insan. ben de böyle küçük şeylerden mutlu olan biri olarak sevindim sizi tanıdığıma :)

Adsız dedi ki...

Ellerine yüreğine sağlık, harika bir yazı olmuş. Bende küçüçük şeylerden bile mutlu olmayı beceren insanlardanım. Sahaf kokusuna gelince, inan bende çok özledim. En kısa zamanda bir İstanbul gezisi yapmalıyım ve bunun için Eylül ayını bekliyorum. Benim de en sevdiğim ay EYLÜL'dür. Hayat arkadaşım, canım kocamla tanıştığımız aydır. Benim için önemi çok büyük. En büyük aşkımı o sarı sonbahar günlerinde yaşadım. Nasıl kıymetsiz olur, değil mi ama? :)
Yazmaya devam et arkadaşım ....

aslı'nın mutfağı dedi ki...

Merhaba, tesadüfen keşfettiğim blogundaki bu yazın da benim için bir mutluluk sebebi oldu inan, sinemaya gidip çıkışta yağmura yakalanmayı ve dediğin gibi bir cafeye koşup sohbet etmeyi hayal ettim :) Yüüreğine sağlık..

yeliz dedi ki...

öyle güzel yazmışsın ki... üniversite yıllarımı beyoğlunda geçirmiştim. Emek sinemasında ilk Eşkiyayı izlemiştik ve çıkışta heyecanla filmi tartıştığımızı, Leman Kültüre oturup sohbete devam ettiğimizi hatırlıyorum, o güne götürdün beni, 12 sene öncesine...