
Reenkarnasyona inanır mısınız? Ben mutlak bir şekilde ne inanırım, ne de inanmam diyemem. Ama hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadığım şeylerle ilgili hayaller kurmayı, kendime masallar anlatmayı severim.
Örneğin geçenlerde bir arkadaşım daha önceki hayatında nasıl bir insan olduğunu hayal ediyorsun gibi bir soru sordu. Kendi içimde keşfettiğim izlerden yola çıkarak olduğunu hayal ettiğim, öznesinin ben olduğum masallar kurguladığım, kısacası düşünmeyi çok sevdiğim bir konudur bu.
Ortaçağ'da bir zaman diliminde üslubu ve yaşam tarzı çok fazla kabul görmediği için toplumdan uzaklaşmış, Orta Avrupa'nın her daim yağmur kokan bu şehrinin puslu tepelerinde kendine yarattığı salaş bir kulübede yaşayan, evinden her daim mistik kokuların ve kaynayan otların dumanlı kokusunun yükseldiği, gözlerindeki buğudan insanların o gözlerin içine bakmaktan tedirginlik ama bir bakabilseler bir o kadar da huzur duydukları, elleri efsunlu, dili büyülü bir şifacı kadın... İnsanoğlunun kendi özünde bulunan ilahi gücün farkındalığıyla insanlara elleriyle şifa dağıtan ama özünden kilometrelerce öteye düşmüş, kendi korkuları yüzünden gurbette yaşamaya mahkum edilmiş insanoğlunun, yüzüne tutulan bu aynadan korkup rahatsız olarak toplumun dışına ittiği bir öteki... En puslu tepelerine yerleştiği, ormanlarındaki envai çeşit ottan, kazanında duman duman yaşam enerjisi ve şifa kaynatan bu kadının (yani benim) en büyük tutkusu ve hatta belki zaafı da diyebiliriz, çok sevdiği sokaklarından mahrum bırakıldığı, girmesine izin verilmediği o Altın Şehrin, o Masal Şehrin, yani Prag'ın taş duvarla çevrili daracık sokaklarında dolaşmak, kapılarında isim yazan evlerin kulağına fısıldayan hikayelerini dinlemek ve şehrin tam ortasından geçen Vltava Nehri'nin sularıyla ruhunu ve bedenini yıkamaktı.
Olduğunu farzettiğim geçmiş yaşantımdaki kadının, sadece uzaktan puslu siluetini görmekle yetindiği bu Gotik kentin, bu yaşamımda da kavuşması bu kadar meşakkatli bir uzaklıkta olacağını, başarısızlıkla sonuçlanan şu son girişime kadar pek düşünmemiştim açıkçası. "Her şeyde bir hayır vardır"la başlayan "Kısmettt!" vurgularıyla biten cümleleri ben de çok kuruyorum. Ama yüreğimin bir yerlerinde nasıl ve neyi, neden bu kadar özlediğini bilmeyen bir yerlerim, ateşe atılan kor gibi kabardıkça kabarıyor.
Prag tutkumu ve özlemimi bildiğinden yıllar evvel sevdiğim adamın hediye ettiği minik şehir kitapçığını hala kitaplığımdaki yerine kaldırmaya içim elvermiyor. Kabul etmek mi istemiyorum yine gidemiyor olduğumu? Yoo çoktan ettim ama dedim ya, içimdeki o kabaran yanıma laf anlatamıyorum. Kendi kendine debelenmeye devam ediyor ama ben dahil dinleyeni çok fazla yok. Belki hissiyatını buraya yazıp içini dökmesine fırsat verirsem diner bu yaslı melankolisi.
Bense yok sayıp bu özlem taşkını yanımı, sevindiren haberlere dönmeye çalışıyorum yüzümü. Hastanede durumlar daha iyiye gidiyor. Hastaneye gelmeden önceki günlerimize geri dönebilecek miyiz bilemiyorum ama en azından dün itibariyle yoğun bakımdan çıktık.Bir başka güzel haberse uzak kıtadaki sığınağından üzerimize yeni dünyalar üfüren o özel kadının büyülü parmaklarından geliyor. Ursula K. LeGuin'in son kitabı Lavinia raflardaki yerini aldı.
Dostlar nasıl da biliyorlar beni neyin mutlu edeceğini. "Karanlık günleri aydınlatabilecek bir Ursula şaheseri... iyi gelebilir" diye haber veriyor d.che; biliyor o satırlarda nasıl bir merhem, nasıl bir tutku, aşk, özgürlük, acı olduğunu; biliyor bizi birleştiren paydalarımızdan birinin de o uzak kıtadaki muhteşem kadın olduğunu... Ve tabi ki sevgili Kitap Kurdum... Görüşmeden tanışmanın/tanımanın emsali... Biliyorum ki Ursula denince bu dünyada aklına gelecek yegâne insanlardan biriyim. Ne mutlu bana!
Şu aralar Murakami'yle 651 sayfalık bir aşk yaşıyorum. Ama gözüm kör olsun ki tek eşlilik bana göre değil. Murakami şimdiden haberin olsun, yakın bir zamanda seni yeniden Ursula'yla aldatacağım, tıpkı Ursula'yı da çok defa sen ve diğerleriyle aldattığım gibi:)