"İnsanın yemek pişirerek, yemek yiyerek aşkını ilan etmesi, ruhsal ve tensel iletişim kurması mümkün müdür? Yemek ve kocakarı ilacı tariflerinden bir aşk masalı çıkar mı? Ev yapımı bir çikolata ya da yarım kilo soğan, iki baş sarımsak, bir tutam kekik, yakıcı bir aşkın simgesine dönüşebilir mi?"
Bu tutku rengindeki soruların cevabı bende değil, Acı Çikolata'nin yazarı Laura Esquivel'de! Elbet mutfak renklerine bürünmüş bir aşçı olarak benim de söyleyecek sözlerim var bu sorulara ama Acı Çikolata öyle masalsı bir lisanda anlatmış ki aşkın mutfak hallerini, yetersiz cümleler kurmaktan korkarım.
Ama yine de bir deneyeyim: Örneğin akşamdan şekere yatmış çileklerin çıkardığı o ilahi kokuyla uyanan bir insanın, o gün içinde aşık olma ihtimalinin her zamankinden daha fazla olduğuna kalıbımı basarım. Böylesi özel bir kokuyla uyarılan koku duyusu, kalbin penceresini sonuna kadar açar, açar ki rüzgar içeri istediği kadar üfürebilsin.
Acı Çikolata'da Tita'nın hikayesi üzerine okuduklarım, bir seneye yaklaşmakta olan kendi profesyonel mutfak maceramla ve neredeyse tüm ömrümü kaplayan mutfak tutkusuyla birleşince 30 yıllık geçmişimde farklı anların, anıların kapısını tıklatıyor. Sevdiği adama da, dostlarına da, ailesine de sevgisini, tencerede kaynattıklarıyla, fırında kızarttıklarıyla, rengarenk süslediği pastalar ve mutfağı buladığı vanilya kokusuyla anlatmaya çalışan bir insan oldum ben hep ama hep. Mutfak lisanı olsa gerek bu. Konuşabildiğim, rahat ettiğim, huzur ve aşk bulabildiğim bir dil, bir ifade tarzı... Mutfakta hep aşk vardı. Pişirdiklerimde olduğu kadar, benim için pişirilenlerde de...
Masmavi bir tenteyle çevrilmiş, etrafındaki ağaçların yeşil gölgesinde serin bir balkon... Ufacık balkon masası üzerine kurulmuş iki kişilik, sade mi sade mis gibi domates kokulu bir kahvaltı sofrası... Masanın iki ucunda, aralarında iki nesillik bir zaman dilimi bulunan aynı ailenin iki ferdi, anneanne ve torun, yani bizim ailenin en kadim mutfak cadısıyla, onun yanında daima yavru cadı olarak kalacak bendeniz...
O ve ben söz konusu olunca sohbetin ucu döner dolaşır muhakkak mutfağa dokunuverir. Hayatta bazı şeyler kaçınılmazdır, bizim kaçınılmazımız da daima mutfaktır.
"Yeni bir poğaça tarifin var mı?" der örneğin "haftasonu teyzenle pazartesi günkü misafirler için yapalım dedik". "Var ananecim, istediğin poğaça tarifi olsun" derim. Dön dolaş her daim aynı tarifleri uygulamaktan sıkılan kadındır o, yeniliklere açıktır, heyecan ister, farklılık ister mutfağında. "Ah bir krem karamel yapıversen de yesek" derim, bilirim ki istersen 35 yıllık aşçı ol, onun yaptığı krem karamelin kıvamına, görüntüsüne ama en çok da tadına ulaşabilmenin imkanı yoktur. O, ailenin krem karamel üstâdıdır, daha pek çok şeyde bu sıfatı kimselere kaptırmadığı gibi.
Sonra en sevilenlerden biriyle can dayı ile konuşulur. İstanbul'un dışında özenle, emekle, aşkla kurduğu kendi cennetinde bir gün önce giriştikleri salça yapma macerasını anlatmaya başlar telefonda bol kahkaha ve neşe ile... Yıllık ritüeldir, yaz bitmeden kavanozlar dolmalıdır. Kilolarca biber alınmış, bahçeye kazan kurulmuş, komşular toplanmıştır.
"Zeren dün burda öyle bir curcuna vardı ki görmen lazımdı. Tam bir panayır yeri... Göksu (kuzenim) diyor ki, Zeren Abla burda olsaydı kesin bu curcunadan bir yazı konusu çıkarırdı. Akşam saat dokuzda anca işimiz bitti, çok yorulduk ama tencerenin sonundaki kalıntıları ekmekle sıyırırkenki keyif de her şeye deyiyor doğrusu". Değmez mi canım dayım, değmez mi?
Yüzyüze ya da telefonda mutfak sohbetleri kesintisiz devam ederken hemen yanı başımda Acı Çikolata... Sohbet aralarında bana Tita'nın yemeklerle nasıl bir aşk destanı yazdığını anlatıyor. En iyi bildiğim şeyi hiç durmadan kulağıma fısıldıyor: Mutfakta aşk var!
İnanmazsanız açın mutfağınızın kapısını bir de siz bakın:)